1. HABERLER

  2. SİYASET

  3. Dağdaş'tan Çarpıcı Açıklama
Dağdaştan Çarpıcı Açıklama

Dağdaş'tan Çarpıcı Açıklama

MHP Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş'tan Seda Şimşek'e çarpıcı değerlendirmeler...

A+A-

Demokrasinin bu ülkenin her noktasına lazım olduğunu söyleyen MHP'li Dağdaş, "12 Eylül darbecilerinin, bir insanın anadilini konuşmasını yasak haline dönüştürmesi çok büyük ızdıraptır" dedi ve ekledi: Bu yasağı getirenler ile bu yasaktan beslenenler aynı projenin aktörleri...

 

Röportaj: Seda ŞİMŞEK

 

MHP Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş, sıra dışı bir MHP'li. İdeolojik kaygılarla, gerçekleri görmezden gelemedi. Sonunda bir MHP'li gerçeği, yüksek sesle, açık yüreklilikle ifade edebildi. Kürt sorununa duyarsız kalmayan Dağdaş, özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki Kürt vatandaşların durumu özetledi: Güneydoğudaki feodaliteyi yıkmak, ağa-köle ilişkisine itiraz etmek için terör örgütünün gazına gelen bu ülkenin çocukları, "Bir ağanın elinden kurtulacağım" diye çır-pınırken şimdi sandviçe döndü...

 

Kürt sorunu ile ilgili duruşunuzda bir paradoks görmüyor musunuz? Hayır. Siperde "Kim çömeldi, kim ayakta durdu" tartışması yapan Türkiye'yi yönetenlerin olduğu bir iklimde, "Orada niye siper var? Orada niye asker bekliyor" sorusunun bir anlamı olabilir mi? Demokrasi, insan hakları, özgürlükler, bunların hepsi en üst standardı neyse milletimizin haketti-ği, hakkı olan şeylerdir. Ama, bunları tabu-laştırmak 21. yüzyıl dünya pratiği açısından doğru değil.

 

ÖZGÜRLEŞME OLMAZ

 

O nedenle mi Türkiye'de demokratikleşme tartışılırken, OHAL gündeme getiriliyor?

 

Türkiye'ye "demokrasi ve insan hakları standardını yükselt, özel hayatın sınırlarını genişlet" talimatı veren AB ülkelerinden İngiltere'yi ele alalım. Londra'da yaşamınızın 24 saati kameralarla izleniyor. Neden bize sattığı malla kendi evindeki uygulama farklı? Ülkeler güvenlik diye bir hassasiyetleri oluşmuşsa, bireyin özgürlük alanlarının tamamını yok edebilecek sınıra kadar gelebilir.

 

O zaman da demokrasiden, insan haklarından bahsetmek mümkün olmaz.

 

Özgürlükle sorumluluk, uçurtmayla kuyruğu gibidir. Kuyruğu olmayan uçurtma uçmaz. "Demokrasi standardımızı yükselteceğiz" diye kamusal sorumluluk duygumuzu yitirirsek, onun adı demokrasi olmaz. O anarşizim, kaos olur.

 

İnsanların kendilerini ifade edememeleri de terörün zeminini oluşturuyor. Türkiye'yi "terör mü", "anarşimi" ikiliminde bırakmak büyük bir haksızlık değil mi?

 

Kendini farklı bir etnisiteden ifade edenler, şüphesiz ki hissetiklerini kendilerini tanımlarken ifade etme özgürlüğüne sahip olmalıdırlar. Hiç kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. Bir İngiliz'in, bir Alman'ın buradaki herhangi bir inanç çizgisinde, herhangi bir etnisiteye mensup insanı bizden daha fazla sevmesi mümkün değil.

   

ADALETİ HATIRLATMAK LAZIM

  

 

Sizce sevmekten neden korkuyoruz?

 

Yeryüzünde yaklaşık 500 milyon insanın mülteci, sığınmacı, yurtsuz olarak şurada burada süründüğünü hepimiz biliyoruz. Bu insanların da yurdu, bayrağı, devleti vardı, ama şimdi yok. Yeryüzünün en kıymetli coğrafyası üzerinde oturuyoz, tabiri caizse Rahmi Koç/un boğazdaki yalısı gibi. Bu tapunun sahibi olmak, bu tapuyu koruma kollama, bu tapunun üzerindeki evin her zerresine mensubiyet duymak bizi yeryüzünde büyük yapar. Bu tapuda gözü olan epey devlet var. Siz yalınızın bahçesine sahip çıkmazsanız, bahçeye giren eşkıya, kısa bir süre sonra yalınızın kapısından içeri girecektir.

 

Yalının sahibi, çocukları arasında ayrımcılık yapıyorsa, eşkiyanın içeri girmesine gerek yok, evin içinde doğal olarak huzursuzluk, çocuklar arasında kavga çıkacak, yalıyı yine kaybedecektir.

 

Yalının babası ve anası yalının içindeki çocuklarla ilgili zaman zaman hatalar yapmış olabilir. Anne yemek masasını oluştururken, birinin önüne bir kepçe, diğerinin önüne 2 kepçe çorba koyabilir. Baba çocuklarından birisine "Eve saat 6'da gireceksin" derken, diğerine "24'e kadar dolaşibilirsin" diye bir özgürlük alanı tanıyabilir, babanın, annnenin bu haksız uygulamalarına itiraz tabii ki doğaldır. Onlara adaleti hatırlatmak gereklidir. Ama, 'Adaleti hatırlatacağım" diye yola çıkıp, yalının camını, çerçevesini indirmek başka bir şeydir.

 

MAL PAYLAŞIMI YAPILAMAZ

 

Bir adaletsizlik inancı varsa, baskı-lanmışsa, sesini çıkartamıyorsa, camın çerçevenin inmesi kendiliğinden doğan bir sonuç değil midir?

 

Hepimizin annemizin, babamızın uygulamalarından önce yalının bizim olduğuna dair iman etmesi lazım. Yalının akan çatısını onarmak, yalının bahçesindeki ayrık otlarını ayıklamak, yemek masasındaki adaletsizliği ortadan kaldırmak hepimizin görevi olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından, bir üst kültür niteliğinde Türk kelimesinden, al bayraktan, yalının tapusunun üzerinde yazan mülkiyet sahibinden rahatsızlık duymak ve onu yoket-meye çalışmak bunu yapanlara fayda getirmeyecektir.

 

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kaydında olan tapu üzerinde, iza-le-i şuyu davası kimse açamaz. Çünkü, bu, dedesinden, babasından kalan toprak değildir, burada mal paylaşımı olamaz, hatlar çizilemez, ayrı bir bölge tanımı yapılamaz. Hiçbir devlet buna izin vermez. Bu zaman içerisinde, "bu ülkede bir Kürt sorunu var" iddiasının yerine, ağır bir "Türk sorunu var" iddiasını getirir. Hızla psikolojik olarak bu iklime itiliyor insanlar.

 

Bu nasıl önlenebilir?

 

12 Eylül darbecilerinin, bir insanın ana dilini konuşmasını yasak haline dönüştürmesi çok büyük ızdıraptır, acıdır, ama ne hikmetse bu yasağı getirenler niçin bu yasağı getirdiler diye sorgulanmaz. Niye bu yasak? Bu yasağı bu millet, Kürt kökenli olmayan insanlar istemedi. Bu yasağı getirenlerle, bu yasaktan beslenerek bölücü iddialarına mesnet arayanların aslında aynı projenin aktörleri olduğunu artık herkesin görmesi gerekir. Demokrasi bu ülkenin Çorum'una da Diyarbakır'ına da Yozgat'ına da her noktasına lazım. İnsan hakları standardının yükselmesi Hakkari'ye de Sivas'a da lazım.

 

KÜRTLER SANDVİÇE DÖNDÜ

 

Uzlaşma sizce nasıl sağlanabilir?

 

Güneydoğu'daki feodaliteyi yıkmak, ağa-köle ilişkisine itiraz etmek için terör örgütünün gazı na gelen bu ülkenin çocukları, "Bir ağanın elinden kurtulacağımı" diye çırpınırken şimdi sandviçe döndü. Yani, feodal ağa, molla-şeyh yerinde duruyor, onların yanına çocuklarının canını aldıran, sözde onu özgürleştirmek için yola çıktığını söyleyen bir terör ağası eklendi.

 

Şimdi, bu vatandaşımızın önünde, "Ben ağadan kurtulmak, özgürleşmek için yola çıkmıştım, ağa tarladaki mahsulümü, hayvanımı elimden alıyordu, köle gibi çalıştırıyordu Beni özgürleştirmek için ortaya çıkan yeni ağa ise canımı alıyor. Bu özgürleşüğim anlamına mı gelir, yoksa benim yok olduğum anlamına mı" sorusu duruyor. Bu vatandaşlarımızın, "Gerçek şu: Özgürleşmiyorum ve yok ediliyorum" demesi lazım.

 

DARBECİLERE YARGI ÖNÜNDE DE HESAP SORULUR

 

12 Eylülü yaşamış bir siyasetçisiniz, partiniz referandumda "hayır" oyu verecek, gönül rahatlığıyla gidip "hayır" oyu verebilecek misiniz?

 

12 Eylülü yaşamış bir siyasetçi olarak, 12 Eylülün tüm uygulamalarına, zalimliklerine, bu ülkenin çocuklarının darağaçlarında sallandırmasına, hepsine isyan ediyor, itiraz ediyor, aynı duyguları 12 Eylülden bugüne kadar da taşımaya devam ediyorum. Anayasa değişikliği ile bizim 12 Eylül ile ilgili duygularımızı karıştırmamak lazım. Mesele 12 Eylülücüler'den hesap sormaksa bu hesabın yargı önünde sorulması mümkün. Biz darbesavar bir siyaseti arzu ederiz, ama diktatör seven bir siyaseti de reddederiz. Mustafa Kemal bile "Ben yoksam gerisi tufan" dememiş.

 

BDP ile MHP'nin aynı saftaki görüntüsünden rahatsız olmuyor musunuz?

 

MHP'nin bir başka siyasi partiyle aynı safta olması söz konusu olamaz, işin tabiatına aykırı. Bir parti, kendi çizgisinde, kendi safında olur. MHP'nin tavrına benzer bir tavrı bir başka partinin ifade etmesi, onları aynı safda tutmaz. Bizim BDP ve tereör örgütü ile ilgili düşüncemiz nettir. MHP'nin kırmızı çizgileri nettir. Kiminle aynı safa düşeceğini kiminle aynı safa düşmeveceâini bilir. MHP Türk Milleti ile a

 

ŞEHİDİN GELMEDİĞİ BİR TÜRKİYE VAR EDİN

 

"MHP şehit cenazelerinden besleniyor" iddialarına karşı çıkan Dağdaş, "Ana-babaysanız, bırakın insansanız, birinin ölümü üzerinden menfaat temin etmeniz mümkün değildir" dedi...

 

Şehit cenazelerinin gelmesi, MHP'nin varoluş gerekçelerini mi besliyor?

 

Biz, "şehit gelsin de oyumuz artsın" diye düşünüp veya böyle bir planın peşinde olup, mensubu olduğumuz bu millete ihanet edecek bir ahlaksızlık noktasında olamayız. Ana-babaysanız, bırakın insansanız, birinin ölümü üzerinden menfaat temin etmek gibi hal söz konusu olabilir mi? İktidara düşen bu ülkenin çocuklarını öldürt-memektir. Buradan MHP'nin siyaset devşir diği-ni iddia ediyorsanız, çözümü sizin elinizde, şehidin gelmediği bir Türkiye'yi var edin.

 

Ortaya reaksiyoner milliyetçilik çıkıyor, bunun yükselmesi de toplumun huzurunu bozmaz mı?

 

Konjonktürel, yükselen bir milliyetçilik yok. Toplumun, milletin derininde var olan bir duygusal dışa vurum söz konusu. Hiç kimse bu gerçeği reddedemez. Sayın Bahçeli, sokaktaki tansiyonu optimum düzeyde tutabilmek için ağır bir mücadele veriyor, zaman zaman kendi kitlesi tarafından eleştirilme pahasına yapıyor bunu.

 

KENDİ BABASI DA AYNI ŞEYİ YAPARDI

 

Bir kardeş kavgası havası seziyor musunuz?

 

Bir süre önce Maraş olaylarını yaşamış Alevi bir ziyaretçim oldu. Maraş olaylarının olduğu esnada, ailece Sünni bir komşularının bahçesindeçay içtiklerini anlattı. Kendisi 13 yaşındaymış. Maraş Çarşısı'ndan "camiye bomba atıldığı" lafının yarım saat geçmeden mahalleye ulaştığını, oturdukları Sünni ailenin bahçesinde bu laf duyulduğunda, komşularının yanan gaz ocağını babasının kafasına nasıl geçirdiğini ve ailesinden 5 kişinin nasıl öldürüldüğünü anlattı. Kendi babası tarafından da böyle bir lafın üzerine aynı olayın gerçekleştirebileceğini ifade etti.

 

DARBESAVAR SİYASETİ ARZU EDERİZ AMA

 

Anayasa Mahkemesi, "Ben esasa girerim, iptal edeceğimi de iptal ederim" dedi, ama özellikle partinizin de karşı çıktığı düzenlemeleri iptal etmedi. 'Hayıfın içini boşalttı. Şimdi Ana-yasa'ya aykırı olmadığı Anayasa Mahkemesince teyit edilmiş düzenlemelere "hayıf denilmesi nasıl savunulacak?

 

Bizim bu değişikliklerin Anayasa Mahkemesi'ne götürülmesinde hiçbir şekilde dahlimiz olmamıştır. "Bu değişiklikleri Anayasa Mahkemesine niye götürdü? Bu sonuç kendisinin boşluğa düşmesine niye sebep oldu" soruları ana muhalefetin önünde. Bugün içine düştükleri çelişki, dünün yansımasıydı. Genel Kurul'a gireceksiniz, maddeler üzerine görüşlerinizi ifade edeceksiniz, ama oy kullanmayacaksınız, o çelişkili fotoğraf o gün de vardı. Bizim kanaatimiz milletin "hayır" demesi noktasındadır. Takdir milletindir.

 

ÇAĞDAŞLAŞMAYA KAFA YORMAK MİLLİYETÇİLERİN İŞİDİR

 

"Batı kompleksimizin 'Kahrolsun Batı çizgisine bizi düşürmemesi gerekir...

 

Türkiye yeni bir cepheleşme sürecine girdi, yeni gerilimlerin yaşanmaması için size göre nereden başlanmalı?

 

1980 darbesi sonrası yasaklı lider Süleyman Demirel, darbecilere karşı "KonuşanTürkiye'yi arıyorum" sloganıyla yollara çıktı. Bu "Konuşan Türkiye" talebi, askeri darbenin sus-kunlaştırdığı insanların hoşuna gitti. Ancak, konuşan Türkiye ile yola çıkıldığından günümüze kalan en önemli sonuç "geveze Türkiye" foı toğrafıdır. Sözün hükmü ı yok oldu, hükmü tükendi. İçinde bulunduğumuz tüm kronik meselelerimizde, ferI di yaşamamızda, toplumsal yaşamımızda böyle. Belki başta yöneticilerimiz olmak üzere sözü yeniden kıymetli hale getirecek bir suskunluğa ihtiyacımız var.

 

Bir MHP milletvekilisiniz, nasıl bir milliyetçilik algınız var?

 

Bu soruya çok erken kaybettiğimiz Türk münevveri rahmetli Erol Güngör Hoca'nın sözü ile cevap vermek istiyorum, "Milliyetçilerin en çok dikkat etmeleri gereken bir hassas denge noktası, durağan bir muhafazakarlıkla, milliyetçiliğin birbirine karıştığı yerdir... Milliyetçilik kendi içinde kıvrılmış, kapalı bir sistem değildir. Kendini devamlı yenilemek zorundadır. Geçmişte kullanılan bir sanat formunun, büyük kıymet verilen bir fikir ve edebiyat eserinin, bir kıyafetin insanları her zaman ve her mekânda aynı derecede tatmin etmesi beklenemez. Eskiye devamlı bir şeyler katarak, onu her an yenilemediğimiz taktirde tıpkı bir müzede yaşayan insanlara benzeriz. Müzeler güzeldir, ama hayatın dışındadırlar" diyor.

 

Erol Hoca da uyarıyor, "değişimi" adres gösteriyor ama MHP "statükocu" bir görünüm veriyor.

 

Var olan milli değerlerdeki ısrarı MHP'yi statükocu yapmaz. MHP, tek bayrak, tek devlet, tek millet, tek dil iddiasını sürdürecektir, ama bu Türk milliyetçilerinin donduğu, 21. yüzyıl gerçeğini kavrayamadığı, dünyada olup biteni okuyamadığı gibi bir sonuç çıkarmaz. Var olan milli değerlerimiz, kırmızı çizgilerimiz ve bugüne kadar millet olarak taşıdığımız değerler konusunda ısrarımızı statüko olarak değerlendiriyorsanız, o mânâda statükocuyuz.

 

MHP'nin AB, Batı karşıtlığı görüntüsü de pek oturmuyor Erol Hoca'nın tarifine.

 

Türkiye'nin çağdaşlaşma sorununa kafa yormak, bu konuda öncü olmak Türk milliyetçilerinin görevidir. Batı kompleksimizin "Kahrolsun Batı" çizgisine bizi düşürmemesi gerekir. Kendi has kültürümüzün kıymetinin idrakinde olmalıyız, ama Batı'nın toptan karşısında, reddedici bir noktada da durmamalıyız.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.