1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. Nusret Kopuzlu'ya Yanıt
Nusret Kopuzluya Yanıt

Nusret Kopuzlu'ya Yanıt

Kars’ta gündem yaratan ve Kars’ın 40 yıllık kayıp tarihini anlatan “Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars Vilayeti” kitabının yazarı Candan Badem, Nusret Kopuzlu’nun “Bir kitap, bir eleştiri” başlıklı yazısına cevap verdi.

A+A-

İşte Candan Badem’in Nusret Kopuzlu'ya Yanıtı:

 

Nusret Kopuzlu'nun Çarlık Rusyası Yönetiminde Kars Vilayeti adlı kitabım üzerine yazdığı tanıtım ve eleştiri yazısı Bizim Ahıska dergisinde ve gazetekars.com'da yayımlandı. İlk başta ılımlı başlayan eleştiri sonunda kişiliğe saldırıya ve hakarete dönüşmüş. Yazar “Tecavüzcüsüne aşık olmak”, “insanlık şerefini taşıyabilmek” gibi ifadelerle ve imalarla şeref ve haysiyetime dil uzatmaya cüret etmiş. Öncelikle bu hakaretleri kendisine iade ediyorum. Doğrusu Fahrettin Kırzıoğlu okulundan bir tepki bekliyordum ama biraz daha düzeyli olmasını isterdim. Başta düzeyli gibi görünen bu eleştirinin de sonunda hakarete varması bu şahısların söyleyecek bir sözlerinin olmayışından ötürü değil midir?

 

Kopuzlu “müellifin büyük yardımlar ve imkânlarla çalıştığı anlaşılmaktadır” diyor. Tabii neyi ima ettiği belli. Oysa ben hiçbir kuruluştan yardım almadım. Moskova, Tiflis ve Erivan'a gezilerimin masraflarını kendi cebimden ve babamın, kardeşimin ve iki yakın arkadaşımın yardımlarıyla ve yayıncımın telif ücretimden verdiği avansla karşıladım. Ayrıca arşivler ve kütüphaneler sadece bana değil, herkese açıktır. Kimse bana ayrıcalık tanımış değildir. Nihayet çağımızda elektronik posta sayesinde dünyanın her yerinden insanlarla iletişim kurmak çok kolay hale gelmiştir.

 

Yıldırım Öztürkkan gibi Nusret Kopuzlu da benim Kırzıoğlu'nun karşısına sağlığında çıkmaya cesaret edemediğimi iddia ediyor! Şöyle yazmış: “Bilinen bir gerçek var ki, muarızları Hocanın işlediği konularda direkt karşısına çıkamadılar. Onu eleştirecek kudret ve birikime sahip olamayanlar, bir vesileyle kenardan saldırıp kaçma metodunu benimsediler. Sayın Badem’de de bunu görüyoruz.”

 

Nasıl görüyoruz ve nerede, hangi cümlede görüyoruz? Doğrusu böylesine saçma sapan ve komik bir suçlamaya nasıl karşılık versem bilemiyorum. Ben Kırzıoğlu'nun sağlığında bu konuda kalem oynatıyordum da kitabımı yayımlamak için onun ölümünü mü bekledim? Affedersiniz ama Kırzıoğlu'nun ömrü vefa etmediyse benim ne suçum var? Kars kitabım üzerine çalışmaya başladığımda Kırzıoğlu çoktan aramızdan ayrılmış idi. Ee, ne yapsaydım, “Kars tarihi Kırzıoğlu ile birlikte kapanmıştır, artık bu konuya kimse el atamaz” mı deseydim? Neymiş efendim, Ermeni profesörün biri Kırzıoğlu'na “milliyetçi tarihçi” demiş, Sayın Badem'in de aynı sıfatı kullanıyor olması ne tesadüf imiş! Sayın Kopuzlu'ya göre Ermeni tarihçilerin her dediğini yalan ve iftira saymamız mı gerekiyor? Benim Kırzıoğlu'na aşırı milliyetçi demek için kimsenin aklına ihtiyacım yok. Kürtleri, Lazları ve hatta Malakanları bile Türk yapmış bir tarihçiye dünyanın neresine giderseniz gidin aşırı milliyetçi denir. Kopuzlu'nun kendisi lafı dolaştırmadan, açıkça “Evet, Kırzıoğlu doğru söylemiştir, Kürtler Türktür” diyebiliyor mu?    

 

Kopuzlu'ya göre ben Kırzıoğlu'nun tarihçiliğine karşı “soyut ve dedikodu kabilinden ithamlarda bulunmaktan geri kalmıyor”muşum. Benim eleştirilerimden hangisi soyut, hangisi dedikodu? Esas soyut ve dedikodu olan Kırzıoğlu'nun Ruslar aleyhine yazdıkları değil mi? Siz dedikodu yapmıyorsanız neden kitabımdan dedikodu saydığınız cümleyi benim sizden ve Kırzıoğlu'ndan yaptığım gibi alıntılamıyorsunuz? Kırzıoğlu örneğin, 1855 tarihli Rus Arazi Nizamnamesi'nden söz ediyor, ben de böyle bir şeyin olmadığını gösteriyorum. Soyut olan kim, dedikodu yapan kim?  Kırzıoğlu Truç diye bir laf uydurmuş, varlığını gösterebiliyor musunuz? Dedikodu olan uyduruk Truç lafı mı yoksa benim bunun dedikodu olduğunu yazmam mı? Rusların vergi almadığını yazmış, bu mu dedikodu yoksa benim resmi Rus kaynaklarından verdiğim ayrıntılı vergi tabloları mı? Ben her eleştirimi Kırzıoğlu'ndan doğrudan alıntı yaparak, sayfasını göstererek yaptım. Kırzıoğlu'nun ciddi bir tarihçi olmadığının kanıtı dipnotsuz, kaynaksız yazmış olmasıdır. Takipçileri de üstatlarından aynı yöntemi öğrenmişler, ben yazdım oldu havasındalar. Nitekim Kopuzlu uzun yazısında bir kez olsun benim bir cümlemi sayfa numarası vererek alıntılamıyor. Sonra da bana diyor ki: “Yazarın 1943 tarihli bir çalışmaya takılıp kalması çok garip! Prof. Kırzıoğlu, 1953’te çıkan Kars Tarihi’nden sonra 1960’lı yıllarda yazdığı Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi başlıklı doktora tezi başta olmak üzere 2000’li yıllara kadar çok değerli eserler kaleme aldı. Sempozyumlarda sunduğu tebliğler, üniversite yayınları nerede?”.

 

Asıl ben size soruyorum, nerede? Madem Kırzıoğlu'nu savunmaya soyundunuz, o zaman bulup göstersenize konumuzla ilgili şu değerli eserleri! 1943 tarihli eserine takılıp kalmayalım, peki sonrasında ne var ki? 1953'te çıkan Kars Tarihi'nin kapağında 1. Cilt diyor. Peki 2. Cilt niye hiç çıkmamış? 1958'de çıkan Edebiyatımızda Kars'ın kapağında da II. Kitap diyor. Peki birincisi nerede? Bu kitaplardan sonra 50 yıldan fazla bir süre geçmiş ama Kırzıoğlu bir türlü ikinci cildi yazamamış. Niye acaba? Sonra Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi'nin konumuzla ne ilgisi var? 

 

Kopuzlu “muarızları Hocanın işlediği konularda direkt karşısına çıkamadılar” diyor ama işte sağlığında direkt karşısına çıkan bir örnek. Kırzıoğlu'nun yeğeni Prof. Dr. Esin Dayı'nın doktora tezinin yöneticisi ve bizzat Kırzıoğlu'nun bu teze yazdığı önsözde “aziz meslektaşım” dediği Prof. (o sırada Doç.) Dr. Dündar Aydın, kendi doktora tezinden hazırladığı kitabında Kırzıoğlu’nun Kars Tarihi adlı kitabını bakalım nasıl değerlendirmiş? Aydın, Türk Tarih Kurumu Yayınları’ndan 1998 yılında çıkan Erzurum Beylerbeyiliği Teşkilatı Kuruluş ve Genişleme Devri (1535-1566) başlıklı bu çalışmasında Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu’nun adı geçen kitabı için şu çarpıcı tespiti yapıyor: “... bu eserin gerek son kısmında ve gerekse çok kısa olan ‘ekleme’ kısmında, ekserisini yazmaların teşkil ettiği kıymetli kaynaklar kullanıldığı halde, bunların esaslı bir tasnife tâbi tutulmadığı, aynı zamanda gerektiği gibi değerlendirilmediği, hatta bazı isim ve olaylarda keyfî tefsirlere sapıldığı, dolayısıyla çoğu isim ve olaylardan yanlış neticeye varıldığı görülmektedir.” (Dündar Aydın, agy, sf. 3). Peki Kırzıoğlu bu eleştiriye cevap verebilmiş mi? Kopuzlu buyursun araştırsın ve cevap versin.

 

Kopuzlu'ya göre “çarlık devrinin zulümlerini dile getiren bu ağıt ve destanları derleyip bir eserle ölümsüz kıldığı için merhum Prof. Kırzıoğlu’ndan intikam alınıyor!”muş. Peki ben kitabımda ne yazmışım? “Fakat Kırzıoğlu'nun tarihçiliğe bir katkısı varsa bence bu daha ziyade Kars'ın sözlü edebiyatını, destanlarını, efsanelerini ve elindeki bazı belgeleri kayda geçirmekten ibarettir. Bu bağlamda 1958'de yayımlanan Edebiyatımızda Kars adlı kitabı önemli bir kaynaktır.” (sf 14). Bu muymuş intikam almak?

 

Kopuzlu'nun milliyetçi tarih anlayışına göre tarih tarafsız yazılamaz, Türk tarihçisi Ruslarla ilişkileri yazarken sadece Rusların zulmünü yazmalıdır. Osmanlı'nın zulmü ise yoktur. Şöyle yazmış: “Ruslar, Baltık kıyısında küçük bir balıkçı kabilesiyken tarih sahnesine çıkıp 1552’de Kazan şehrini yakarak istilâ ettiler. Bu tarihten sonra mütemadiyen doğuya yani Türk coğrafyasına doğru kan ve ateşle yayıldılar. Söz konusu kitaba konu olan devir de bu tarihî sürecin bir parçasıdır. Peki, tarihin bu şekilde seyretmesi, bir Türk’ün vicdanında nasıl yankı bulur? Bir tarihçi tarafsızlık adına bunca istilâ, ölüm, göç ve acıyı göz ardı edebilir mi?”

 

Peki bir Rus milliyetçisi de aynı kafayla şöyle yazarsa ne olacak? “Türkler Orta Asya'da küçük bir avcı kabilesiyken tarih sahnesine çıkıp 1453’te İstanbul şehrini yakarak istilâ ettiler. Bu tarihten sonra mütemadiyen batıya yani Slav coğrafyasına doğru kan ve ateşle yayıldılar. Peki, tarihin bu şekilde seyretmesi, bir Rus'un vicdanında nasıl yankı bulur? Bir tarihçi tarafsızlık adına bunca istilâ, ölüm, göç ve acıyı göz ardı edebilir mi?” Kopuzlu'nun zihniyetinin böyle bir zihniyetten ne farkı var ki? Kopuzlu benim kitabımda alıntıladığım Rus valisi General Frankini'nin Kars'tan göç eden Müslüman halkın perişan halini tasvir ettiği satırları (sf. 110-111) bir kez daha okusun ve kendine sorsun: Acaba bir Türk daha iyi tasvir edebilir miydi?   

 

Kopuzlu diyor ki: “Müellif, zikrettiği kaynakların bazılarını iyi incelememiştir. Cemender Arslanoğlu imzasıyla verdiği kaynağa ya hiç bakmamış ya da anlayamamıştır. Telif olmayan ve tamamen intihal eseri bir kâğıt yığını hakkında kayda değer tek cümle yazmamış; orada da Kırzıoğlu’na bulaşmıştır.” Doğrusu bu ifade tam anlaşılmıyor. Anladığım kadarıyla Arslanoğlu'nun eserinin Kırzıoğlu'ndan veya başka birinden intihal yapmış olduğunu ve benim bunu belirtmiş olmam gerektiğini söylemeye çalışıyor. İyi de ben ne yazmışım? Şöyle: “Kırzıoğlu ekolüne bağlı oldukları anlaşılan Kayabalı ve Arslanoğlu'nun bakışı tamamen soğuk savaş atmosferi ve Rus/Sovyet düşmanlığı ile biçimlenmiştir. Kırzıoğlu gibi onlar da '1855 tarihli 'Gazonni' denen Rus arazi tüzüğünü uygulayarak Türklerin toprak mülkiyeti de kaldırılmıştır. Ayrıca istimlak hakkı tanınmadan Türk şehir ve köylerinden Türk ve İslam varlığı olan eserler çeşitli sebeplerle yok edilmiştir' diye yazmışlardır. Tıpkı Kırzıoğlu gibi onların da bir kaynağı ve dayanağı yoktur. Üstelik Kırzıoğlu dahil kimseye atıfta bulunmamışlardır. Arslanoğlu 1986 yılında yayımlanan kitabında aynı iddiaları tekrarlamıştır.” (sf. 18, kitabımda 1986 tarihi yine bir dizgi hatası sonucu 1886 olarak çıkmış). Görüldüğü gibi Arslanoğlu'nun Kırzıoğlu'na da atıf yapmadığını yani bir anlamda intihal yaptığını belirtmiş bulunuyorum.

 

Kopuzlu, İlber Ortaylı’ya da haksız yere “saldırmış” olduğumu düşünüyor. “Hâlbuki” diyor, “o makalenin kaleme alındığı 1978 yılı hesaba katılırsa, soğuk savaş zamanında imkânların ne kadar sınırlı olduğu hatırlanır. Tabii şimdi her şey kolay; hele elinizden tutanlar da kalabalık bir liste oluşturuyorsa…” Peki, Ortaylı'nın makalesi hakkında ben ne yazmışım? “Bununla birlikte o zamanın koşullarında bu konuda Türkçe'de çıkmış ilk ciddi çalışmadır.” (sf. 19) Ee, işte o zamanın koşullarını vurgulamışım, ciddi bir çalışma olduğunu belirtmişim, bu cümlenin devamında bazı ifadelerini doğrulamışım, daha ne yapsaydım? Kopuzlu okuduğunu anlamaktan aciz mi? Bu arada benim “elimden tutanlar” kimlermiş ki? Namuslu bir insan böyle imalarla muhatabına çamur atmaya çalışır mı? Elimden tutmak ne demek? Benim Rusçam yok da o belgeleri başka birileri mi okudu? Kitabı başkası mı yazdı? O belgeler başkalarına kapalıydı da bana mı açıldı? Moskova'ya, Tiflis'e, Erivan'a başkaları vize alamıyordu da bana mı verdiler? Kopuzlu veya bir başkası da bu konuyu araştırmak istemiş de benim elimden tutanlar onların elinden tutmamış mı? Kopuzlu böyle imaları bırakıp bir şey biliyorsa söylesin, aksi takdirde söyledikleri çamur at izi kalsın felsefesini fazlasıyla andırıyor.

 

Kopuzlu ayrıca Ortaylı'nın makalesinde yazdığı birçok hususu sayarak güya benim bunları dikkate almadığımı iddia ediyor. Galiba kendisi kitabımı iyi okumamış, ben kitabımın ilgili bölümlerinde Ortaylı'nın Kopuzlu'nun da sözünü ettiği iddialarını çürütüyorum. Tabii Ortaylı'nın doğrularını da ayrıca belirtiyorum, kendisiyle bir alıp veremediğim yok, kimseye de bir husumetim yok. Burada kitabımı tekrar etmek istemiyorum, isteyen kitabıma bakar ve kimin doğru kimin yanlış olduğuna kendi karar verir. Ancak yine de birkaç iddiaya değineyim: Kopuzlu'nun onaylayarak bildirdiğine göre, Ortaylı Rusların “yoğun bir Slavlaştırma ve kolonizasyona” gittiğini yazmış. Peki ben şimdi Kopuzlu'ya soruyorum: Yoğun bir Slavlaştırma ve kolonizasyon uygulayan Rusların 1914 yılına gelindiğinde Kars vilayetindeki nüfusun en azından yüzde kaçının Slav olmasını sağlamış olması gerekirdi acaba? % 50? % 40? Hiç olmazsa şöyle bir % 20?  Efendim? Hayır bilemediniz. Kitabımdan görüldüğü gibi 1914 yılında nüfusun sadece % 4,8'i Slav imiş. (sf 50, Tablo 3.2A). Bu muymuş yoğun Slavlaştırma? Slavlaştırma değil de, Hristiyanlaştırma derseniz olabilir, ancak orada da nüfusun yarısından çoğu yine Müslüman'dır.  

 

Kopuzlu'nun Ortaylı'dan onaylayarak aktardığı “çok önemli tespitler” arasında biri var ki farkına varmadan kendi bindiği dalı kesmiş. Yöremizin deyimiyle baltayı taşa vurmuş. Ortaylı ve Kopuzlu, Çarlığın kötü idaresinde “Müslüman cemaatin başına örgütlü bir ruhban sınıfı yerleştirilerek yeni bir uygulama ve kontrol sistemi geliştirildiğini” iddia ediyorlar. O zaman Sayın Kopuzlu'ya sormak gerekiyor: “Müslüman cemaatin başına getirilen örgütlü ruhban sınıfı” dediğiniz şahıslardan biri de bizzat Sayın Kırzıoğlu'nun öz dedesi değil mi? Kırzıoğlu'nun ana tarafından dedesi Molla Muhiddin Yemenhalifeoğlu 1900-1910 arası yıllarda Kars'taki Evliya Camii'nin müezzini ve mollası, ayrıca 1906'dan itibaren Cami-i Cedit'in imamı değil mi? Rusların Kırzıoğlu'nun dedesini müezzin, molla ve imam olarak tayin etmiş olması hoşgörülü olduklarını gösterir. 

 

Kopuzlu, “Müellif ısrar ve inatla işgal, istilâ kelimelerini kullanmaktan kaçınmış, yönetim veya ilhak demeyi tercih etmiştir” diyor. Öyleyse İlber Ortaylı'yı neden eleştirmiyorsunuz? Gücünüz mü yetmiyor? Onun makalesinin başlığı da Çarlık Yönetiminde Kars değil mi? Hem benim işgal kelimesini kullanmadığımı nereden çıkarıyorsunuz? Kitabımın daha ilk cümlesinde “93 Harbi olarak da bilinen 1877-78 Osmanlı – Rus Savaşı sonucunda Rusya, Kafkas cephesinde Batum, Çıldır, Kars ve Bayezid sancaklarını işgal etti” demiyor muyum? Kitabımın başlığında neden işgal değil de yönetim kelimesini kullandığımı da isterseniz İlber Ortaylı'ya sorun, o belki size daha iyi açıklar. Ben yine de kısaca değineyim: İşgal askeri bir eylemdir. Ancak barış imzalandıktan sonra yeni bir düzen kurulur ve bu yeni düzeni benimseyip veya sineye çekip veya çaresizlikten kalan insanlar artık bu düzenin kurallarına göre yaşamaya başlarlar. Kuşkusuz işgal olgusu devam eder, ancak günlük hayat da devam eder. Bebekler doğar, toylar, düğünler, evlilikler, boşanmalar devam eder. En önemlisi insanların geçim derdi ve geçim kavgası devam eder. Zengin yine zengin fakir yine fakir kalır. Köylüler her bahar yine tarlalarını ekerler, yazın yine yaylaya çıkarlar, dolu yine ekinleri vurur. Topraksız ve az topraklı köylü yine ağanın marabası olur. Koyunlar yine kuzular, kısır inekler yine dert olur. Kuraklık ve hastalıklar yine bela olur. Askere gitmek yine bir meseledir. Okuma yazma bilmeyen halk yine mollaların eline kalır. Ancak hamâset edebiyatı (dikkat edin, halk edebiyatı demiyorum, hamâset edebiyatı) halkın bu gerçek dertlerini dile getirmez. Ben ise bunlara yoğunlaştığım için yönetim demeyi tercih ettim.   

 

Hemşerim Sayın Kopuzlu, “Rus esareti yılları boyunca bin bir türlü göç, can kaybı ve perişanlıklar, o bölgenin çocuğu olarak müellifin ruhunda zerre kadar bir etki uyandırmamışa benziyor” diyor ve bu duruma hakikaten şaşırmışa benziyor. Açıklayayım: Ben aile büyüklerimden ve köylülerimden Rusların zulmüne dair hiç bir hikaye işitmedim. Ermeni çetecilerin zulmünü duydum ancak Rus askerinin veya memurunun zulüm ettiğini duymadım. Tam tersine halkın Rusların idaresini yumuşak bulduğunu işittim. Nitekim 1933 doğumlu Posoflu hemşerimiz Fehmi Bayraktaroğlu da aynen şöyle yazmıştır: Ruslar “Hatta Kırım'dan un getirerek halka hibe olarak dağıtmışlar. Kelle Şeker dedikleri şekerden getirip dağıtmışlar. Toplamak veya dilenmek için şehire gidenlere bol bol vermeleri için esnaf ve zenginlere talimatlar çıkarılmış. Halktan vergi almamış. Asker almamış. Okulları teşvik etmemiş. Halk üzerinde herhangi bir baskı yapmamaya çalışmış. Halkı kendi başına bırakmış. Hatta Müslüman halka hoş görünmek için Cuma günleri köylere devriye çıkararak o gün Cuma namazına gidememiş olanları toplatıp halkın önünde rencide ettirmiş. Fakat bunların hiçbirisi, halka içindeki Türk Yurdu'na, Bayrağı'na bağlılığını unutturamamış...” (Fehmi Bayraktaroğlu, Posof. “Her Yönüyle”. İzmir: (Dizgi: Yankı Reklam, Baskı: Hürriyet Matbaası), 1998, s. 20; benim kitabımda bkz. sf. 24.) Evet, Sayın Kopuzlu, buna ne diyeceksiniz? Fehmi Bayraktaroğlu da yöremizin çocuğu değil mi? Acaba onun ruhunda da mı bir etki olmamış?

 

Nusret Kopuzlu yine hemşerimiz olan Yunus Zeyrek'in Posof'un Çizgileri adlı kitabında var olduğunu iddia ettiğim bazı zorlama etimolojilere örnek göstermemi ve varsa doğrusunu bildirmemi istemiş. Hay hay efendim, göstereyim. Sayın Zeyrek kitabında Ahıska isminin Aksu/Aksı'dan geldiğini yazıyor (agy, sf. 157). Bence doğrusu Ahıska'nın özgün şekli Ahalsıhe ve Gürcüce'de Yeni kale demektir. Ahalsıhe Türkçe'de Ahıska olmuştur. Hiç şüphesiz Türkçe'den Gürcüceye geçen isimler ve toponimler de vardır, gerçek bir tarihçi hiç bir kompleks duymadan bu konulara soğukkanlı yaklaşabilmelidir. Zeyrek ayrıca Sabgara/Samgara, Sarzep, Banarhev, Sakabol, Satkabel, Şulgavur gibi köy adlarının hepsinin bir Türk oymak adından geldiğini yazmıştır (agy, sf. 282). Bence bu adlar Türkçe değil Gürcücedir. Fakat şunu da ifade etmek gerekir ki bu iş dilbilimciler ve etimoloji uzmanları için de kolay değildir. Ayrıca çatışan milliyetçilikler soğukkanlı yaklaşımı önlüyor. Yöremizdeki toponimlerin bazılarının hangi dilden geldiğini anlamak gerçekten zordur, çünkü yöremiz çok eski bir yerleşim alanıdır.

 

Sayın Yunus Zeyrek'in kullanmış olduğu Rusça kaynağın yayın tarihini 1886 yerine yanlışlıkla 1885 olarak verdiğim doğrudur ancak bu bir dizgi hatasıdır. Bu arada söz konusu makalenin son sayfasında Kars, 1884 ifadesi var, demek ki aslında 1884'te yazılmış, 1886'da yayımlanmıştır. (Kitabımı yazarken görememiş olduğum bu makalenin şimdi fotokopisi elimde mevcuttur). Yine de Kopuzlu'ya hiç olmazsa bir maddi hatamı bulduğu için teşekkür etmeliyim. Ancak Kopuzlu hemen ardından kaynağın güya doğru tarihini ve adını gösterip bana ders vereceğim derken sbornik kelimesini yanlışlıkla sborik diye veriyor. Büyük küçük harf ayrımı yapmadan tüm kelimeleri küçük harfle ve nedense özgün alfabesiyle yani Kiril harfleriyle veriyor. Niye ki? Transkripsiyonunu yapamadınız mı? Bu arada siz Rusça biliyor musunuz? Birazdan göstereceğim gibi bilmiyorsunuz. Peki bilmediğiniz bir dilde ve alfabede yazılmış bir ismin doğruluğundan nasıl emin oluyorsunuz?

 

Şimdi Sayın Kopuzlu'nun Rusça bilmediğinin kanıtına gelelim. Ben Kırzıoğlu'nun Rusça bilmediği için uçastok (kaza) terimini uçaska şeklinde yazmış olduğunu yazdım. Kopuzlu da diyor ki “Bu terim, Rus tarihçi Divitskiy’nin, Posof Bölgesinde Eski Eserler (Tiflis-1905) adlı eserinde şu şekilde kullanılmıştır: Древности Посховскаго участка (uçastka). 1910’lu yıllarda Tiflis’te basılan Kafkas yıllıklarında da böyle yazmaktadır. Kaldı ki bu terim, 1940’lı yıllarda yazılan bir eserde o devri yaşayanların ağzından yazılmış olması, tabii görülecek bir keyfiyettir. Nitekim kitabın eklerinde yer alan belgelerde de bu terimin uçaska şeklinde geçtiğini görüyoruz. Şu hususu da belirtelim ki ilçe karşılığı uyezd idi; uçastka, ilçe değil, bir bölge/saha, mıntıka anlamında kullanılmıştır.”

 

Yukarıdaki cümlelerin hangi yanlışını düzelteyim? Birincisi adamın adı Divitskiy değil, Devitskiy. İkincisi, evet, Rusça'da uçastok kelimesinin uçastka şekli de vardır. Ancak birazcık Rusça bilenlerin gayet iyi bildiği gibi, Rusça'da isimlerin sonu ismin hallerine göre değişir veya değişebilir. Örneğimizdeki tekil yalın hali uçastok olan kelimenin -in hali (yani genitivi) uçastka olur, -e hali (dativ) uçastku olur, enstrümental hali uçastkom olur, vs vs. Buradaki “Drevnosti Poshovskago uçastka” tamlamasında uçastok kelimesi genitiv halindedir. Bu isim tamlamasının anlamı “Poshov uçastok'unun eski eserleri”dir. Yani uçastka, “uçastok'un” demektir. 1910'lardaki Kafkas yıllıklarında veya başka birçok yerde bu türden bir isim tamlamasında uçastka şekli tabii ki geçecektir, çünkü bu bir Rusça dilbilgisi kuralıdır. Kelime çekime uğramıştır. İşte yerli halk da uçastok kelimesinin çekime uğramış hali olan bu uçastka şeklini duyarak bu şekilde (biraz da sadeleştirerek uçaska şeklinde) telaffuz etmiştir. Kitabımdaki Türkçe belgelerde de halkın bu telaffuzu yer alır. Ancak biz doğrusunu yani uçastok yazmak durumundayız. 

 

Üçüncüsü, “İlçe karşılığı uyezd idi” diyerek konuya vakıf olmadığınızı ortaya koymuşsunuz. Rusya imparatorluğunun idari terminolojisinde uyezd oblastlarda değil, guberniyalarda oluyordu. Yani guberniyanın ilçelerine uyezd, oblastın sancaklarına okrug, ilçelerine ise uçastok deniyordu. (En azından Kars oblastında bu böyle idi.) Örneğin Kars oblastının Ardahan okrugunun Ardahan, Poshov, Çıldır ve Göle uçastok'ları vardı. Kars okrugunun Kars, Şuragel vb uçastokları vardı, vb vb. Benim Kars oblastına ait okuduğum binlerce Rusça arşiv belgesinde hep uçastok geçer, Kars vilayetinde hiçbir zaman uyezd olmamıştır. Rusça bilmeksizin, hiçbir Rusça arşiv belgesi okumaksızın bu konuda ahkâm kesmek hakikaten büyük cüret!

 

Devam edelim. Kopuzlu şöyle diyor: “Yazar, bazı bahislerde Kırzıoğlu’nun kaynak belirtmediğini söylüyor. Hâlbuki o bahisler kaleme alındığı devirde olayların kahramanları hayattaydı. Hatta Hocanın çocukluğu da o hercümerç içinde geçmişti. Yıllarca evde, ocakta, sokakta ve mektepte dinlediği meselelerin kaynağı bizzat kendisi değil mi? Bunları hangi kaynağı göstererek yazması beklenebilir? Şimdi biz kendi çocukluğumuzdan itibaren olup bitenleri yazamaz mıyız?”

 

Ben de diyorum ki: Yazarsınız tabii, fakat onun adı tarih olmaz, anı olur. Hem Kırzıoğlu'nun doğum tarihi 10 Mart 1917 değil mi? Rusya'da Şubat Devrimi olduğu sırada doğmamış mı? Yani Kars'ta Rus devletinin egemenliğinin pratikte neredeyse bittiği bir sırada doğmamış mı? O zaman kaynak nereden kendisi oluyor, o Rus dönemini yaşamadı ki! Anı yazan birisi istediğini yazabilir, ancak tarih yazıyorsanız kaynağınızı belirtmek zorundasınız. Kırzıoğlu da bilgileri kimlerden aldığını yazmış olsaydı biz de en azından bu kişilerin yaşayıp yaşamadığını, hangi meslekten olduklarını, nasıl bir eğitim aldıklarını, Rusça bilip bilmediklerini, Rus idaresiyle nasıl bir ilişki içinde olduklarını ve daha başka birçok hususu kontrol ederdik. Ayrıca Kırzıoğlu sadece kulaktan duyduklarını değil, resmi belgelerde geçtiğini iddia ettiği şeyleri de yazmıştır. Örneğin şu Truç lafı. Peki nerede belgesi? 

 

Kopuzlu kitabımın ikinci bölümü hakkında şöyle yazmış: “Hem askerî hem halk yönetimi ne demektir? Çarlık Rusyasında idarî birimler sivil vilâyetlerden (guberniya) meydana gelirken Kars ve Batum, birer oblast yapılmıştır. O zamanki oblast, vilâyet değildi; yeni işgal edilmiş, henüz tam entegre edilememiş, genellikle göçmen halkın yaşadığı, geleceği meçhul ve özel kanunlara tabi sınır bölgelerine verilen bir addı. Yani guberniya ile oblast aynı şey değildi. Askerî bir rejim nasıl halk yönetimi olabilir? Göstermelik de olsa böyle bir yönetimde yerli Türk ahali yok!..”

 

El cevap: Nusret Kopuzlu tırnak işaretinin anlamını biliyor mu? “Askerî-Halk Yönetimi” ifadesini ben tırnak içinde vermiş bulunuyorum. Yani bu ifadenin bana ait olmadığını, Rus yönetiminin kendi ifadesi olduğunu gösteriyorum. Ayrıca bu ifadenin anlamını açıklamış ve Türkçeye çevirisinin zor olduğunu ve daha iyi bir karşılık bulmadığım için öyle bıraktığımı da yazmış bulunuyorum. Bu yönetim şeklinin tarihçesini de vermiş bulunuyorum. Burada tekrar etmeyeceğim. Kopuzlu oblast ile guberniyanın aynı şey olmadığını kime anlatıyor? Benden aldığını bana mı satıyor? Ben bunu zaten yazmamış mıyım? Oblast vilayet demek değilse kendisi hangi Türkçe karşılığı öneriyor? Zaten ben bazı yerlerde askerî vilayet diyorum. Kendisinin daha iyi bir önerisi varsa söylesin. Yoksa ne anlatmaya çalışıyor? Bu idarenin neresi halkçı veya halkla ilgili demek istiyorsa, zaten oradaki halk kelimesinin örfi anlamında kullanıldığını yazmış bulunuyorum. Öte yandan yerli Türk halkın göstermelik de olsa yönetimde olmadığı doğru değildir. Yerli halk muhtar, nahiye müdürü, şehir meclisi üyesi, “halk mahkemesi” (bidayet mahkemesi) ve temyiz mahkemesi üyesi, orman muhafızı, bakım memuru, imam, molla, müezzin vb seçilebiliyordu veya atanabiliyordu. Ayrıca tuğgeneralliğe ve vali yardımcılığına kadar yükselmiş, yerli olmayan Müslüman memurlar da vardı. Kopuzlu Yasin Haşimoğlu'nun anılarını okusun.

 

Kitabımın üçüncü bölümü hakkında Kopuzlu şöyle yazmış: “iskân, göçler ve demografik yapı ele alınmış, birçok Rus istatistik tablosu verilmiştir. Fakat bu tablolarda Türk, Terekeme, Türkmen, Tatar; Sünnî, Şii, Alevî denilerek Rusların Türk nüfusu nasıl ufaladığına dair eleştiri getirilmemiştir. Badem, “Azerilere ve Karapapaklara Ruslar Tatar diyordu.” tespitini veriyor fakat bunun sebebini açıklamıyor! Ona göre bu tür parça parça etmede “Bazı yanlışlar olsa da Türklere yönelik özel bir kasıt görülmüyor.”muş! Müellif, Kars’ın Ruslaştırılması siyaseti üzerinde hiç durmuyor. Bu tablolarda Toplam Türk sütununu kendisi ekleme ihtiyacı duymuş; böylece Rusların bir ayıbını kamufle etme yönüne gitmiştir! Bazı tablolarda terim kargaşası göze çarpmaktadır: Kağızman sancağı, Posof Pristavlığı! Aynı kargaşa isimlerde de var: Posof, Poshov!”

 

Yanıt veriyorum: Kopuzlu için Ruslar genel olarak Türkî halklara Tatar deyince kötü, her Türki kabileyi veya boyu kendi adıyla çağırınca yine kötü! Birleştirse de yaranamıyor, “ufalasa” da! Peki Ruslar Kopuzlu'ya yaranmak için ne yapsalardı? Rusların en çok karşılaştığı Türk boyu Tatarlar olduğu için o zamanlar Türki halklara genelde Tatar diyorlardı. Hem örneğin Karapapaklara Karapapak demek neden parçalamak olsun? Çarlık devleti onların Türki halklardan olduğunu inkar etmiyordu ki! İstatistik tablolarda çoğu zaman Türki halkları yan yana ve aynı grup içinde veriyor zaten. Sadece Türki halkları veya boyları bizim Türkçülerin istediği şekilde tek bir Türk adı altında toplamıyordu. Ancak Rus idaresi kendi içinde tutarlı bir biçimde Rusları da üçe ayırıyordu: Velikorus, Malorus, Belorus. Ayrıca mezhep olarak Ortodoks Ruslar ile Malakanları ve Duhoborları ayırıyordu. Acaba Ruslar kendi kendilerine de “böl yönet” politikası mı uyguluyorlardı? Kopuzlu burasını niye es geçiyor? Hem bizim milliyetçiler anakronizme düştüklerinin farkındalar mı? O zamanki terminoloji öyle idi. Nitekim Osmanlı belgelerinde de Kars yöresindeki Karapapaklar adıyla sanıyla Karapapak taifesi diye geçiyor. Kopuzlu'ya soralım: Osmanlı yapınca Osmanlı'yı da eleştirebiliyor musunuz? Hatta Osmanlı'nın Türkleri aşağılayan ifadelerinden haberiniz var mı? “Etrak-i bi-idrak” diye bir söz duydunuz mu? Acaba bu lafı da Ruslar mı çıkardı?    

 

“Toplam Türk” sütununu birilerinin “ayıbını” kamufle emek için eklemedim, istatistik hesaplama kolaylığı olsun diye ekledim. Ekleyenin ben olduğunu da yazdım. Benim birilerinin “ayıbını” örtmek gibi bir derdim olsaydı Türk, Türkmen, Karapapak kategorilerini hiç vermezdim, hepsini tek kalemde doğrudan Türk diye verirdim. Öyle olmadığı ortada. Kağızman sancağı ve Posof pristavlığı terimlerinde de hiç bir kavram kargaşası yoktur, sancak (okrug) da pristavlık (bucak) da var idi. (Kuşkusuz Poshov pristavlığı Kağızman'a değil, Ardahan'a bağlı idi ve zaten kitabımda öyle bir hata yok). Pristavlık ifadesi bir süre kullanılmış sonra kaldırılmıştır. Posof ve Poshov arasında da bir kargaşa yoktur, her ikisi de doğrudur, aynı toponimin iki varyantıdır.

 

Mihrali Bey hakkında bir dipnotta Gazi Ahmet Muhtar Paşa ile Mehmed Arif Bey'in bilinen eserlerine bakılmasını yazdım (sf 64, dipnot 32). Daha fazla yazmadım çünkü savaşın kendisi konumun dışında idi. Bir gün savaşı da yazarsam o zaman lazım olur.

 

Kopuzlu “Gürcü dönmesi” diye bir laf uydurmuş. Benim kitabımın hiçbir yerinde böyle çirkin bir ifade yok. (Çirkin olan Gürcü değil, dönme lafı tabii ki!) Fakat esas vahim olan nokta şu ki Kopuzlu Gürcü kökenli olma olasılığını dahi “şerefsiz bir isnad” sayıyor! Rusların Posofluların  bir kısmının Gürcü olduğu iddiası yanlış olabilir ama böyle bir isnad niçin “şerefsizlik” olsun? Gürcülere hakaret etmek size ne kazandıracak? Rus yönetimi Posof halkının bir kısmının Gürcü kökenli olduğunu düşünmüş ama resmi istatistiklerde Gürcü olarak değil, halkın kendini ifade ettiği şekilde yani Türk olarak göstermiştir. Nokta. Ben Posof halkının bir kısmının Gürcü kökenli olup olmadığı konusunda bir fikre sahip değilim, Kopuzlu gibi bilmediğim konuda ahkâm kesmem, ayrıca ırkçı olmadığım için Gürcü kökenli olma olasılığını hakaret kabul etmem. Birisi bana sen Gürcüsün veya Ermenisin veya Çingenesin dese bunu hakaret kabul etmem sadece doğru olmadığını gayet sakince söylerim.      Bir bilim insanına yakışan da budur.

 

Kopuzlu, “1895’te Rus hükûmeti tarafından yayımlanan Rusya’daki halklar listesinde Türk unsurunun 115. sırada yer almasını başka nasıl açıklayabilir ki” diye sormuş bana. Hakikaten tam bir komedi. Basitçe alfabetik sıra desem? Zaten o listenin tam adı: Rusya İmparatorluğu'nda Yaşayan Halkların Alfabetik Listesi değil mi? Kopuzlu alfabetik kelimesinin anlamını bilmiyor mu? T harfi alfabenin sonlarında yer alıyorsa bunun suçlusu da Ruslar mı? Hakikaten çok komik!

 

Kopuzlu Türk kelimesini günümüzdeki bazı Rusların “aptal” anlamında kullandığını yazmış. Bu olsa olsa öyle diyenin kendi aptallığını gösterir. Esasen ben Ruslar arasında beş yıl yaşadım ve böyle bir deyim duymadım. Hatta Rusların genelde başka milletleri aşağıladığına çok az tanık oldum. Ancak böyle laflar sadece Rusça'da yoktur. Her dilde başka milletler hakkında bazı kaba ve aşağılayıcı sözler maalesef mevcuttur. Araplar hakkındaki Türkçede hepimizin bildiği aşağılayıcı sözü burada anmaya gerek yok tabii. İngilizlerin meşhur Oxford sözlüğünün “Turk” maddesinde 3. sırada aynen şöyle yazılır: “3. offens. A ferocious, wild, or unmanageable person” (The Oxford Compact English Dictionary, Oxford University Press, 1996, sf. 1117). Kopuzlu, Sovyet coğrafyasından gelen herkesin “Khakhol” tabirini bugün de kullandığını iddia ediyor. Kendisi galiba pek kültürlü olmayan şahıslarla muhatap olmuş: Hahol tabiri ancak kaba dilde kullanılır, bilimsel literatürde yer almaz. Bana inanmıyorsa bir Rus dili ve edebiyatı hocasına sorsun öğrensin.

 

Sarzep köyüne Nikolayevka, Kodishara'ya Mihaylovka diyormuşum. Şu çarpıtmaya bakar mısınız?  Ben bu köylerin adını ilk başta hem Sarzep hem de Nikolayevka olarak veriyorum, daha sonra o zamanki resmi adı Nikolayevka olduğu için ve parantez içinde tekrar edip durmamak için sadece Nikolayevka olarak veriyorum. Doğrusu da budur. Kazi Magomed imlası da doğrudur çünkü bu şahıs Türk değildir, Kafkasyalıdır, Kopuzlu onun kendi adını bizim gibi telaffuz ettiğini mi sanıyor?

 

Rusların hangi köylerin adlarını değiştirdiği bellidir ve kitabımda yer alıyor. Kopuzlu, “Yazar bu hususta da tarafsız kalmış” derken neyi kastediyor ki? Rusları köy adlarını değiştirdiği için neden eleştirmediğimi mi soruyor? Güzel, eleştirelim de, iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batıralım. O zaman bizim cumhuriyet idaresinin Kars'taki neredeyse bütün köy adlarını değiştirmesine ne diyeceğiz? Ruslar Kars oblastında o zaman mevcut olan 800'den fazla köyden yaklaşık 30'unun adını değiştirdiler. Bunlar da ahalisi tamamen Rus veya Eston vb olan köyler idi. Öteki köylerin adlarını değiştirmediler. Peki biz ne yaptık? Benim köyüm adı değişmeden kalan nadir köylerden biri. Kopuzlu söylesin bakalım, örneğin özbeöz ve yüzde yüz Türkçe olan Kızılçakçak adının neyini beğenmedik de Akyaka yaptık? Efendim? Hangi “menhus ideolojinin” esiri olmuştuk acaba? Madem Posof'un ve öteki ilçelerin köy adları Türkçe idi o zaman niye değiştirdik? Sahi bu köy adlarının değiştirilmesinde Kırzıoğlu'nun da bir rolü var mıdır?

 

Prof. Mecit Doğru 1967'de iç işleri bakanlığınca kurulan komisyonlarca adı değiştirilen köyler hakkında şunları söylüyor: “Komisyonun Türkçeye benzetemediği köy adları, Rumca, Ermenice ya da Gürcüce olabileceği düşüncesi ile kaldırılmıştır. Yoksa bu konuda bilimsel araştırma yapılmış ya da mahallinden kimseye bir şey sorulmuş değildir…” Prof. Doğru, bu değişiklik ardından “konuyu hangi köylüye açtıksa hoşnut olanını görmedik. Kültür çevreleri ise bunu bir felâket diye nitelediler” diyor ve değişikliğin trajikomik boyutunu şöyle ortaya koyuyor: “Çan’lar, ‘kızıl’ ile başlayan ve ‘kilise’ ile biten bütün adlar: Çanköy, Kızılkaya ve Karakilise gibi.” (Mecit Doğru, “Köy Adları ve Anadolu'nun Geçmişi”, Türk Folklor Araştırmaları, Sayı 342, Ocak 1978)

 

Kitabımda beşinci bölümde ben bir köylü ailesinin yıllık vergi yükünün ağırlığına vurgu yapıyorum, fakat yine de bizim Kopuzlu'ya yaranamıyorum. Yüzde yüz Rus düşmanı olan biri için tarafsız bir tavır tam bir Rus yanlılığı gibi görünüyor. Benim hiç kuşkusuz Rus yanlısı olmak gibi bir derdim yok ve olamaz. Ama tarihçi olarak görevim daima nesnel ve adil olmaktır. Şimdiki Rusların piyasa köktencisi, kaba, ruhsuz ve görgüsüz olanlarından yani özellikle Moskova'da toplanmış olan şu Yeni Ruslardan ben de hoşlanmıyorum. Bunlar paraya taparlar ve bilim insanına şu gözle tepeden bakarlar: Madem bu kadar zekisin, öyleyse neden fakirsin? Ama Sovyet dönemi Ruslarının çoğunluğu böyle değildi.

 

Kopuzlu Rusya'nın 1902'de Ermeni hareketine mesafeli olduğuna inanmıyor. Ben kitabımda belgelerimi konuşturdum. Varsa o da aksini gösteren belgeleri göstersin. Yoksa ezbere konuşmakla olmuyor. Bana göre Rusya'nın Ermeni hareketine yaklaşması 1912'den sonra olmuştur.

 

Rusların kendi anıtına verdiği ad şehitler anıtıdır. Okur Rusların anıta ne ad verdiğini bilme hakkına sahiptir. Aksi takdirde Rus idaresinin ruhunu nasıl kavrayacağız? Tarihçi özel adları değiştiremez, tahrif edemez. Sadece açıklayabilir.

 

Kopuzlu Ardahan'dan Ekim 1914 tarihinde Rusya'nın Almanya ile savaşında “gönüllü” yazılan Müslümanlarla ilgili verdiğim belge için komedya örneği diyor. Ee, iyi ya işte, varsa komedyayı size seyrettiriyorum. Sorun nedir? Kopuzlu “Bu belgelerdeki metinlerin aynı üslûpla ve aynı kalemden çıktığı gün gibi ortada! Bir Türk tarihçisi bu hususta bir şeyler söylemeliydi değil mi?” diyor. İyi de siz okumazsanız Türk tarihçisi ne yapsın? O listede benim babaanne tarafından Kurban dedem de var. İşte ben de yazmışım: “Mail Çavuş sert bir adammış ancak oğlu Kurban dedem pek mülayim bir adammış. Dolayısıyla Kurban dedemin savaşa gitmek için kendi inisiyatifi ile gönüllü yazılmış olması muhtemel görünmüyor. Nitekim öteki “gönüllüler” gibi o da köy meclisi kararıyla seçiliyor. Osmanlı devletinin 1914 Ekim sonunda Rusya'ya saldırması üzerine Rusya'nın Müslüman bölüğü projesini rafa kaldırdığı anlaşılıyor.” (sf. 295) Peki siz bu dipnotumu okudunuz mu? Gönüllü kelimesini tırnak içinde vermişim. Dolayısıyla inandırıcı bulmadığımı belirtmiş bulunuyorum. Kuşkusuz tek başına bu belge gerçekliği öğrenmemiz için yeterli değildir. Ancak belgenin yine de birçok yönden değeri vardır. En azından o dönemdeki birçok kişinin adını ve baba adını doğru olarak vermekte ve onların o tarihte orada yaşamış olduğunu bize göstermektedir.

 

Kopuzlu'ya göre Rusçayı biraz söken, Rus gibi düşünüyormuş! Öyle olsaydı bütün Laleli esnafı Rus gibi düşünürdü. Meraklısına bildiriyorum: Benim KPDS Rusça sınavından daha 2004 yılında almış olduğum not 100 üzerinden 90'dır. (Bir daha sınava girmedim). Kopuzlu yine çok merak ediyorsa Türkiye'de kaç kişinin bu sınavdan bu notu alabildiğini işi bilenlerden sorar öğrenir.

 

Kitabımda Kopuzlu'nun yanlış diye verdiği köy adları da yanlış değildir, aynı adın değişik varyantlarıdır. Sadece iki köyün adında bir kereye mahsus olmak üzere bir harflik bir dizgi hatası vardır: Satlel yerine Satkel ve Kaşlıkaya yerine Taşlıkaya. Ancak kitabımdaki Tablo 2.2'de her iki köyün adı da doğru bir biçimde yer almaktadır. Kopuzlu ayrıca, “Dinimizi tahrik, Türklüğü tahrik” ifadelerinde de galiba tahkîr’le tahrik de karıştırılmış” diye yazmış. Benim Yasin Haşimoğlu'ndan aynen aktardığım bir pasajdaki bir ifade nasıl bana mal edilebilir ki? Haşimoğlu önce tahkir sonra da tahrik ifadelerini kullanmış. Bence yanlış değildir, her ikisi de olabilir. Doğrusunu görmek için Haşimoğlu'nun Osmanlıca el yazısıyla yazdığı orijinal anılarına bakmak gerek. O da Ankara'da TBMM müzesinde. Her halükarda yanlış olsa bile bu benim yanlışım değil, Haşimoğlu'nundur veya onun kitabını yayına hazırlayanın yanlışıdır. Kopuzlu böyle küçük oyunlarla okuyucuyu kandıracağını mı sanıyor? Esasen böyle numaralardan ve küçük dizgi hatalarından medet umar hale gelmiş olması kitabımda hata bulmak için epey uğraştığını ancak dişe dokunur bir şey bulamadığını gösteriyor. Bu yazıyı yazmak bana bıkkınlık verdi derken de herhalde bunu kastediyor.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum