1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. Kars’ta Münevver Bir Şahsiyet : Sezai Yazıcı
Kars’ta Münevver Bir Şahsiyet : Sezai Yazıcı

Kars’ta Münevver Bir Şahsiyet : Sezai Yazıcı

İbrahim ÇAPAN, Kars'ın yaşayan kültür hazinesi Sezai Yazıcı'yı kaleme aldı...

A+A-

“  El değilsin artık, bir akşam kalk gel;

Ay ışığı gibi sessiz, boydak gel.

Bir soluk mesâfe cân – cânân şehri,

Bahane arama, deme  “ uzak  “ , gel.  “

                                    R. Mithat YILMAZ

Soğuğun  sıcağa, beyazın siyaha, karın yağmura, acının huzura kapısını açtığı şehir Kars.

Tarihe, tarih öğreten şehir Kars.

Kırk yıl anayurda hasret kalan şehir Kars.

Tarihte kurulan ilk Türk Cumhuriyeti’ni bağrına basan demokrat şehir Kars.

On sekiz maddelik ilk sivil Anayasa’ya imza atan şehir Kars.

Yeşil ve kırmızı zemin üzerinde bulunan ay – yıldızlı bayrağı dalgalandıran şehir Kars. En Doğu’daki Paris unvanını gururla taşıyan şehir Kars.

Celâl Baba’yı, Arap Baba’yı, Ebû’l Hasan-î  Harakaanî Hazretleri’ni toprağında ağırlayan şehir Kars.

Taş binalarını, dostluk çamuruyla sıvayan şehir Kars.

Laylaylarını, kundakta saklayan şehir Kars.

Bayatılarıyla kabristanları hüzünlendiren şehir Kars.

Sazını sözle, sözünü sazla nikâhlayan âşıklar diyarı şehir Kars.

Dede Korkut Hikâyeleri’ne mekânlık eden şehir Kars.

Vatan şairi Namık Kemal’i Kars Kalesi’nin eteklerinde misafir eden şehir Kars.

Görmeden, Cemal Süreya’ya ilham kaynağı olan şehir Kars.

Beyaz Ölüme Direnen Kar Çiçekleri’ne ev sahipliği yapan şehir Kars.

Alparslan’ın ordusunun atlarına Kars Çayı’ndan ikrâmda bulunan şehir Kars.

Doğu’ya doğru yol açmak gayretindeki  “  haç  “ ı, Batı’ya doğru yürüttüğü “  hilâl  “ile parçalayan, ilk Müslüman Türk başbuğu Sultan Alparslan’ın davudî sesinden, İslâmın cihâd anlayışının mânâlarını tüttüren bir nârâ       yankılanır :  “  Kâfirleri berbâd eyle Yâ Allah ( c. c.). Tek muradı yol bulmaktır Batı’ya. Muradını murad eyle Yâ Allah     ( c. c. ). Mübârek eyle Türk’e şu Kars ilini, İslâm ile âbâd eyle Yâ Allah ( c. c. ) “ İlk Müslüman başbuğunun duasına “  Âmin  “ diyen şehir Kars.

“  Kanlı Sarık  “ ı, Necip Fazıl Kısakürek’e yazdıran şehir Kars.

Anadolu’nun üçüncü Fatih’i Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ ü  “  Hoş gelişler ola, Mustafa Kemal Paşa  “ türküsü ve oyunuyla karşılayan şehir Kars.

Destanlara sığmayıp, destanlaşan şehir Kars.

Farklı ve renkli etnik yapıları kazanında kaynatan şehir Kars.

Kardan adamın doğup büyüdüğü şehirdir Kars. Tapu gibi kimliği vardır kardan adamın.

T.C. Numarası :  36000000000

Seri :  0 474

Adı :  Kar /dan

Soyadı :  Adam

Ana Adı :  Ayaz

Baba adı :  Soğuk

Uyruğu :  Türkiye Cumhuriyeti

Dini :  İslâm

Birinci Dedesi : Başbuğ Sultan Alparslan

İkinci Dedesi :  Kâzım Karabekir

Kalemden kâğıda damlayan harfler ölü gibi hareketsiz duruyorsa, o harflerden kelime olmaz. Hele hele cümleleşip Kars’ı anlatamaz. Karslılaşacak harfler, kelimelere yaslanır. Kars’ı anlatacak her harf, her kelime, her cümle; bir balerinin kıvrak hareketlerini hatırlatacak beyaz kar taneleri gibi kıpır kıpırdır, duramaz yerinde yaramazlık yapan çocuk misâli. Kağıtla buluşur harfler; gönülleri de fetheder, demini almış cümleler.

İlkokuldan itibaren karnemi aldığım günün ertesi iş hayatım başlardı. Terzi çıraklığı hayatımın dönüm noktalarından biriydi. Kars’ın en gözde terzilerinden Ziya Tarım’ın çıraklığını yaptım. Ziya Tarım,  “  hazeyin  “ ismiyle tanınırdı. Çıraklığımın ikinci günü sağ elimin, orta parmağına üsküf geçirilip geçirip, kıvrılarak ince bir kumaş  parçasıyla bağlandı. İğneyi rahat bir şekilde kullanabilmem için gerekli bir olguymuş. İlk ritüel gerçekleşmişti. Ustamı ve kalfaları dikkatle takip etmenin yanı sıra terzihanenin temizliği, çaycılığı ve ustamın her türlü ayak işlerinin takipçisiydim. Kocaman bir terzihaneydi. Görkemli bir tezgâhı, iki tane dikiş makinesi; birisi motorlu, diğeri ise ayakla çalışırdı. Yarısı perdeyle kapalı olan bölümde ütü masası gururla dimdik ayakta dururdu.

Sabahları iş yerine gelir gelmez dükkân süpürülür, çay suyu tüpün üzerine konur, çöpler dökülür, dükkânın önü sulanırdı. Bunlar değişmez bir kural gibiydi adeta.

Ustam da ustaydı hani. Terzihanenin rafları alıcılarını ikilemde bırakacak kadar top top kumaşlarla doluydu. Takım elbiselikler bir bölümde, pantolonluk kumaşlar bir bölümde, paltoluklar ve pardösülükler farklı farklı yerlerde müşteri avına çıkarlardı.

Terzihane, terzihane değil adeta bir kültür ve sanateviydi sanki. Ustamın kızları ve oğlu Murat Abi,  çeşitli enstrümanlar çalmakta bir hayli yol almışlardı. Müzikle iç içe yaşayan bir aile idiler. Ustamın çocukları kadar renkli kiracıları vardı. Bunlardan beni en çok etkileyen, karı koca postahanede çalışan Sezai Bey olmuştu. Sezai Bey dediğim; yüreği ile Kars’a bağlı olan, ayaklı kütüphane dediğimiz; gazete, dergi, kitap koltuğunun altından eksik olmayan, tebessümü ceketinin astarına mahkûm etmeyen, okuma alışkanlığımın gizli ve gizemli mimarı Sezai Yazıcı.

Resmî dairelerin mesai bitiminden sonra terzihanenin önü tabureler ve sandalyelerle dolardı. Hele cumartesi günleri bir başka olurdu. Bir çoğu öğretmen olan şshısların toplanma merkeziydi Tarım Terzihanesi. Müdavimlerinin isimlerini tek tek sıralayacak olursak esnemelerin önüne geçmek mümkün olmayacak. Buna rağmen başkahramanın ismini de zikretmemek abes olur. Sezai Yazıcı.

İnsan, cemiyet içinde bir ferttir. Toplumda huzur, barış, sevgi ve güven ortamı; ancak insanî vasıfları gelişmiş bireylerin bir arada yaşayabilmesiyle mümkündür.

Huzuru kendi içinde, tebessümü dostlarının yüzünde arayan bir münevver olarak çıkar karşımıza Sezai Yazıcı.

Kendi sesini, kendinde bulan bir münevver şahsiyettir Sezai Yazıcı.

Sezai Yazıcı, çok şık giyinen, giydiğini kendisine yakıştıran, bir kez bile traşsız görmediğim; o güne kadar tanıdığım naif şahsiyetlerden biriydi. Tabiri caizse tam anlamıyla bir kitap kurduydu. Kelimeleri ağzında haddeden geçirip kulaklarımıza armağan ederdi. “Günaydın  “ kelimesi bir insanın dilinde ancak ve ancak bu kadar güzelleşebilirdi. Çocuk, genç, akran, yaşlı ayırmaz karşılaştığı herkesle selâmlaşırdı.

Erzurumlu idi aslen. Yani dadaş.

Erzurumlu’yu ve Karslı’yı bakın nasıl adile getirir Yavuz Bülent Bâkîler :

            “  …………………………………………………….

                Sen Erzurumlusun dadaşsın belli !

                Duruşun çekilmiş bir hançer kadar güzel;

                Sen bar başlayanda, davul vuranda

                Zurnalar çalanda gel !...

 

                 Sen Karslısın balam, sen sınır taşı…

                 Sen Türkmen çocuğu benim sağ elim;

                 Gel seninle Kars’tan ve Ardahan’dan

                 Türküler söyleyelim…  “

Onu hiç bar başı çekerken görmedim; ama gazeteye, dergiye, kitaba; sevgiyle, sevdayla, saygıyla sarılışına şahidim.

Onu hiç türkü söylerken dinlemedim; ancak türkü yürekliydi.

Türkçe kelimeler dökülürdü ağzından. Ustamın elindeki geveze makasın bile Sezai Yazıcı konuşurken onu pür dikkat dinliyordu desem mübalâğa kabul etmeyin. Dikiş makineleri bile Sezai Yazıcı’nın kullandığı Türkçe karşısında iğne kırardı hayranlığından.

Sezai Yazıcı’nın Tarım Terzihanesi’nde bulunduğu muhabbet sandalında kulaklarım anten işlevini üstlenirdi.

Onun bulunduğu yerde; edebiyat vardı, sanat vardı, gönlü gözü hoş eden şeyler, hatta huzur veren anlamlı anlamlı dertler vardı. Dertlenmeler, içlenmeler vardı. Görmeden, yaşamadan, anlaşılmıyormuş. Bunu ben de orada anlamışım.

Onun bulunduğu yerde; Muhabbet vardı. O muhabbetlerde; aşk vardı, sevgi vardı. Aşkların, sevgilerin, sevdaların hikâyeleri vardı. Siz de oraya uğramışsanız eğer; şöyle bir film şeridi gibi geçmişinizdeki tüm hikâyeleriniz aklınıza, hatırınıza gelir. Hele bir de elinizdeki kaleme, bir kâğıt bulabilseydiniz, ne siz ne de kaleminizi kimse tutamaz. Orada bazen güler, bazen ağlarsınız. Gün olur sizi kimse güldüremez. Bazen de huzur denizi görürsünüz, içine dalar gibi  olursunuz, o denizin tüm koyu rengiyle…

Onun bulunduğu yerde; Doğu’dan - Batı’ya, Batı’dan – Doğu’ya yolculuklar vardı. Seyahat vardı.

Onun bulunduğu yerde; Doğu irfanından, Batı kültüründen söz edilirdi. Mevlânâ vardı. Yunus vardı. Ahmet Yesevî’nin teşkilâtçı dehâsı fark edilirdi. Goethe, Rilke, Nerval, Dostoyevski, Tolstoy, Verlaine konuşulurdu.

Onun bulunduğu yerde; C. Baudelaire’nin şiiri ve şairliği keşfedilirdi. Yahya Kemal’den, Necip Fazıl’dan, Nazım Hikmet’ten, Ahmet Arif’ten, Atillâ İlhan’dan, Aziz Nesin’den, Yaşar Kemal’den, Kemal Tahir’den, Orhan Kemal’den söz edilirdi. Hiç ayırmadan şiirler okunurdu. Fuzûlî’nin testisinden su içilirdi. Nâbî’nin hikmetlerinden tadılırdı. Yunus Emre pınarından kana kana içilirdi.

Onun bulunduğu yerde; herkese, her düşünceye yer vardı. Hoşgörünün sözü sadece ezberlenmez, sözü edilmezdi sadece. Hoşgörünün kahrı çeke çeke öğreilirdi. Zaten o başka türlü öğrenilmez ki…

Onun bulunduğu yerde; sanat vardı. Şiir vardı. Şiirden başka amaç aranmazdı şiirde. Şiire, şiir gözüyle bakılırdı. Orada şiir, adeta gözlüğünü takan bir şair olmuş şiir incelemede.

Onun bulunduğu yerde; müzik vardı. Tarım Terzihanesi’nin karşı komşusu Mustafa Şamiloğlu’na ait Kafkas Eczanesi’nin kapı aralığından sızardı akerdeonun hüzünlü nağmeleri. Murat Tarım, dokundukça notaların ruhuna gözyaşlarını tutamazdı akerdeon. Ağlatırdı akerdeonu Murat Öğretmenin parmakları.

Onun bulunduğu yerde; delilere de velilere de yer vardı. Onun için Sezai Yazıcı’nın muhabbet ortamı hakkında ulu orta bilmeden, araştırmadan, düşünmeden, taşınmadan söz edilemez.

Onun bulunduğu yerde; hasılı herkese; Kars’a, Erzurum’a, Elâzığ’a, Balıkesir’e, Türkiye’ye  selâm var.

İnsan, insanı sözle değil, yaşayarak anlatabilir ancak.

Oğlu Özgür, babasından bu kadar etkilenen bir Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeninden ders dinlediğini bilmiyordu.

Sözün özü; Sezai Yazıcı, öyle bir zeytin ağacı dikmiş ki gönüllere…

Çocuklarına, paha biçilmez muhteşem bir kütüphane miras olarak bırakacak olan Sezai Yazıcı’yı  TÜRKÇE  selâmlıyorum. 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.