1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. Siyaset Akademisi Devam Ediyor
Siyaset Akademisi Devam Ediyor

Siyaset Akademisi Devam Ediyor

AK Parti’nin başlatmış olduğu siyaset akademisi ünlü konukları bur araya getiriyor ve programın yapıldığı salonda siyasi birikimler kazandırıldığı gibi siyasetin nabzı da tutuluyor.

A+A-

Anayasa Mahkemesi rapörtörlüğü de yapmış olan, yazar ve akademisyen AK Parti MKYK Üyesi Doç. Dr. Osman Can da bu nabzı iyi biçimde değerlendirdi ve 13 Nisan Cumartesi günü Kars DSİ Bölge Müdürlüğü Misafirhanesi’nde Başkanlık sistemiyle ilgili katılımcılara bilgi verdi. AK Parti İl Teşkilatının daveti üzerine Kars’a geldiğini söyleyen Osman Can, Türkiye’de son zamanlarda tartışma konusu olan Başkanlık sistemiyle alakalı olarak sistemin dünyadaki örnekleri ve Türkiye açısından önemine değinerek konuyla ilgili sunum yaptı.

KOALİSYONLARDAN ÜLKEMİZ ÇOK ÇEKMİŞTİR

AK Parti Kars İl Başkanı Av. Ensar Erdoğdu, “Ülkemiz Cumhuriyet tarihinden günümüze baktığımız zaman ülkemizde ne zaman ki bir istikrar olduğunu gördüğümüzde arkasından mutlaka tek partini iktidarlığı olduğu, istikrarlı hükümetler olduğu dönemlerde ülkenin ekonomik olarak, sosyal olarak kalkındığını görüyoruz. Neden başkanlık sisteminin asıl cevabı budur. Yani istikrarın olduğu ve ekonomik kalkınmanın olduğu yörelerde, bölgelerde ekonomik kalkınmanın vesile olduğu yerlerde, ülke kalkınmasının daha önemli olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin de benzer şekilde cumhuriyetten günümüze 1950-60’lı yıllarda Menderes döneminde, keza yine 1983 ve 90’lı yıllarda ve yine AK Parti iktidarının istikrarlı hükümetlerinin iş başında olmasıdır. Bu nedenle bugün bu konuyu tartışıyoruz. Ne zaman ki ülkede sıkıntı olmuşsa, darbeler olmuşsa, ülkede milletvekilliği kazanmaları olmuşsa hep istikrarsız dönemlerde koalisyonların hükümetlerin iktidarda kaldığı dönemlerde olmuştur. Dolayısıyla koalisyonlardan ülkemiz çok çekmiştir. Her zaman istikrara ihtiyacımız vardır. Bu kısa girişteki amacım hazırlık mahiyetinde bir giriş yapmak içindi.

SEÇİMLERE GİTMEKLE KENDİ KADERİMİZ HAKKINDA TAM ANLAMIYLA KARAR VEREMİYORUZ.

Doç. Dr. Osman Can da şu konuşmayı yaptı:

Nereden çıktı bu başkanlık sistemi diye merak edenleriniz vardır. Ne güzel işte seçiyorduk. 2007 yılında bir parlamentomuz var. Seçiyoruz, seçimlere falan gidiyoruz, partilere oy veriyoruz. Gidip orada iktidarcılık particilik falan oynuyorlar. Biz burada seçimlere gitmek suretiyle, yani sandıklarda oy kullanmak suretiyle, kendimize yakın gördüğümüz siyesi partilere oy vermek suretiyle bazı milletvekillerini seçip Ankara’ya gönderiyoruz ve oradan da bir iktidar çıkıyor. Hakikaten iktidar mı çıkıyor orada? Bugüne kadar verdiğimiz oylarla birlikte bizim taleplerimiz tam anlamıyla karşılandı mı? Yani sadece ineklere, büyük baş hayvanlara ait şeyler değildir. Onun dışında, özgürlük taleplerimiz var, eşitlik taleplerimiz, kendi hayatımızı kendi bildiğimiz şekilde yaşama isteğimiz vardır. Devlet bunu karşılasın diyoruz. Biz kendi dilimizle de konuşmak istiyoruz, kendi dilimizle de yayın yapmak istiyoruz. Ben istediğim şekilde giyinmek istiyorum. Aynı zaman da istediğim şekilde kamu görevini yerine getirmek istiyorum diyenler falan vardır. Buna benzer birçok talepleri vardır. Bizim demokratik yöntemlerle yani sandığa gitmek suretiyle seçtiğimiz insanlar parlamentoda gidip partide düzeltebildi mi bugüne kadar? Aşağı yukarı bu topraklarda 1786 yılından beri seçim yapılıyor. Kısa bir şekilde yapıldı sonra 30 yıl ara verildi. Ondan sonra yeniden yapıldı. Sonra tekrar seçimler yapıldı. Yani vatandaşlar sandıklara davet ediliyor. Vatandaşların sandıklara davet edilmesi ile birlikte bu memleketin kaderinde ne tür değişiklikler yapıldı ya da ne zaman değişiklik oldu? Bunu bilir misiniz? Seçimlere gitmekle kendi kaderimiz hakkında tam anlamıyla karar veremiyoruz.

PARLAMENTER SİSTEM DEĞİL BU ACAYİP BİR ŞEYDİR

Türkiye’de bir parlamento var. Milletvekillerimizi gönderiyoruz. Ama bu parlamento bizim kaderimize karar verecek bir parlamento olmadı. Sözüm ona parlamenter sistem gibi gözüküyor. Ama seçtiğiniz bir başbakan sizin taleplerinize cevap verme konusunda ısrarcı olduğu zaman bunu hayatıyla ödeyebildi bu topraklarda. Siz seçerseniz, sizi temsil edenler Ankara’ya gider, parlamentoya oturur veya kaldırır indirir falan ama hayati konularda asala konuşmamaları gerekiyor. Çünkü sizin hayatınıza dair en önemli kararlar size ait değildi. O yüzden sandığa gitmek suretiyle siz bu konularda karar vermiş olmuyordunuz. Ya da siz bu konularda karar vermek istiyor olsanız dahi birileri size daima “bir dakika orada dur, orada kırmızıçizgiler var ve siz o kırmızıçizgilerin ötesine taşamazsınız” dediler. Bu güne kadar hep böyleydi. Yani undan şunu çıkartmak istiyorum. Parlamenter sistemin içinde mi yaşadık biz bu güne kadar? Türkiye şuana kadar parlamenter sistem içinde mi yaşadı acaba? Parlamenter sistem değil bu acayip bir şeydir. Örneğin; bir arazi düşünün. O arazi üzerine yapılmış 30 daireli bir bina var. Arazinin sahibi kimse binanın sahibi de odur. Şimdi binanın sahibi, arazinin sahibi o bina üzerinde tasavvufta bulunma hakkına sahip olmalıdır. “O binanın içinde ki yaşam tarzı nasılsa ona ben karar vermeliyim” diyebilmelidir. Yani bir yerde bir arazi var.

EGEMENLİK MİLLETE AİTTİR

Egemenliği de böyle bir şekilde düşünelim. Egemenlik millete aittir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayanlara aittir. Tamamından oluşan bir millete aittir. Egemenlik demek o topraklar üzerinde tasarrufta bulunma hakkı demektir. O topraklar üzerinde hangi kuralların geçerli olması gerektiğini, nasıl bir yaşam tarzı sürdürülmesi gerektiğini, insanların hangi kültürel bağlar içerisinde hayatını sürdüreceğine ve nasıl bir yönetim tarzının benimsenmesi gerektiğine ilişkin karar verilir buda egemenlik demektir. Egemenlik millette ait ise o zaman o konularda kararlar millete ait olmalıdır.

HALKIN KARARI TÜRKİYE’NİN POLİTİKASINA DÖNÜŞEBİLMELİDİR

Bu sınırlar içerisinde bir emretme gücü var, bir buyurma imkânı var, kural koyma imkânı var, politikaların nasıl sürdürülmesi gerektiğine ilişkin kararlar var. Egemenlik kime aitse o kararlarda onlara ait olmalıdır. Eğer o kararlar onlara ait değilse egemenlikte ona ait değildir. Egemenlik eğer millete aitse bu ülkede yürütülen politika konusunda milletin konuşması gerekiyor. Yani sizler sandığa gittiğiniz zaman ve sandıkta oy kullandığınız zaman sizin kararınız Türkiye’nin politikasına dönüşebilmelidir. Kimse öyle bir şey yapamazsın dememelidir. Herkes özgürlüğünü yaşayabilmelidir. Bu konuda kimse söz sahibi olmamalıdır. Siz bir devlet yaratırsınız, parlamento, ordu sonra bir polis teşkilatı kurarsınız. Onlar kime aittir? Kimden yetki alıyorlar da güç kullanıyorlar? Milletten alıyorlar. İşte bu bir bina meselesidir. Anayasal düzen meselesidir. O arazi kime aitse onun üzerine kurulaması gereken binaya da o insanlar karar verecekler. Egemenlik millette aitse eğer bu konulardaki kararlar tamamen millette aittir. “Ben polis teşkilatı istemiyorum artık” diye millette bir kanat uyandığı zaman seçimini yapar ona göre polis teşkilatı diye bir şey olmaz. Buna millet karar verir. Buna millettin karar vermediği yerde egemenlik millete ait değildir. Kendi kendimizi kandırmayalım. Üniversitelerde bir başörtüsü meselesi vardır. Çok şükür geride bıraktık bunu. Kime ait olan bir karar? Millette ait olması gereken bir karardı. Peki, bu konuda kimler hep karar verdi, kimlere uymak zorunda kalındı? İnsanların dil problemi vardı. Kimler karar verdi, kimler kanun çıkarttı bu kanunda dil yasaklaması gerçekleşti bu topraklarda? Millet mi yaptı bunu? Birileri yaptı ama o birileri kimse değilse o ayrı bir şeydir. Ama sizin sandığa gidip oy verdiğiniz insanlar yapmadı bunu. Bazı kurumlar gönülsüzde el kaldırıp indirdiler ama gerçekte onlar yapmadılar. Bizler sandığa gidiyoruz ama sandıkta bizim irademiz net olarak yansımıyor. Bu bir ikinci olarak bizim yansıyan irade de bu ülkenin teşkilat yapısı konusunda herhangi bir yetkiye sahip değildir. Ve böyle bir geçmişte yaşadık biz.

PARLAMENTER SİSTEM DEMOKRATİK BİR SİSTEMDİR

Türkiye’de siyasal olarak böyle bir geçmiş içerisinde yaşadık ve bugünlere geldik. Parlamenter sistem nedir peki? Televizyonları hepimiz açıp bakıyoruz. Birisi diyor ki “hayır başkanlık sistemi iyi ve çok önemli” öteki “başkanlık sistemi kötüdür bu yüzden parlamenter sistem olmalıdır. En temel mantığı itibariyle parlamenter sistem demokratik bir sistemdir. Başkanlık sistemi de demokratik bir sistemdir. Parlamenter sistem de siz parlamentoyu seçersiniz. Sandığa gidersiniz, oy verirsiniz, parlamentoda 550 tane milletvekili varsa 550 tanesinin tamamı sizin verdiğiniz oylarla belirlenir. İlke olarak parlamenter sistemde bir parlamento vardır ve bu parlamento sizin oylarınıza dayanıyor. Bunun içinden hükümet çıkıyor. Hükümet dediğimiz şeyde 20–30 tane bakandan oluşan bunun tepesinde de bir tane başbakan olduğu bir sistemdir. Bunlar karar veriyor, kanun çıkartıyor. Bize bakarak kanun çıkartıyor. Dolayısıyla biz bugünümüze ait olarak geçmişe ve geleceğimize ait olarak vermek istediğimiz karar neyse o karar o parlamentoya yansır o parlamentodan çıkar ve hükümet iradesi onu hayata geçirir. Ülkenin politikası orada belirlenir. Yani parlamenter sistemin temel mantığı bizim irademiz bir parlamento üzerinden ülkenin iradesine dönüşür. Muhalefetiyle, çoğunluğuyla, azınlığı tâbi ki. Kısacası şu parlamenter sistemde bir parlamento ülkenin temel siyasetini belirleme gücüne kavuşuyor. Parlamenter sistemde parlamento üzerinden yetkilendirilmeyen hiç bir güç meşru güç kullanamaz. Ordu eğer yetkisini parlamentodan almıyorsa meşru değildir. Polis teşkilatı parlamentoda meşrutiyetini almıyorsa atamalar ve yetkilendirmeler üzerinden meşru değildir. Mutlaka ve mutlaka biz parlamentoyu seçeceğiz. Parlamento içinden hükümet çıkacak, parlamento kanunen yetkilendirmeyi yapacak ve hükümet atamasını yapacak ve verdikleri karar gelip bizi etkileyecek. Dolayısıyla biz bizi etkileyen karar neyse o kararı aslında veren hale gelmiş oluyoruz. Yani biz kendi kararımızın sonucuna katlanmış oluyoruz. Parlamenter sistemde demokrasi işleyişi budur. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin parlamenter sistemi geçerli mi? Sizin hangi kararınız sizin hayatınızı etkiledi? Si bir karar verdiniz. Ama o kararınız kanuna dönüşemiyor. O kararınız b,ir anayasaya dönüşemiyor. Birileri anayasayı yapıyor, birileri kanun yapıyor, birileri politika belirliyor ardından o politikaların sonucu sizin hayatınızı etkiliyor. Ve böyle bir sistem olduğu sürece buna parlamenter sistem dememiz mümkün değildir. Parlamento seçiyorsunuz. 30 dairelik apartmanı tekrar düşünelim. Apartman size ait, arsası size ait, 30 tane daire var o apartman içinde ama siz ya da sizin temsilcileriniz sadece bir tane dairede oturabiliyor.             Ve sadece 30 da bir oranında daireni yönetimini belirleme imkânına sahip oluyor. Geri kalan 29’u başka yerdedir. 29’unda ordu var, polis var, yargı var, üniversitesi vardır.

MİLLET DOĞRUDAN DOĞRUYA KENDİNE AİT OLAN EGEMENLİĞİ KULLANAMAZ

Anayasanın elinizde tutuğunuz anayasanın 6. maddesi vardır. Orada egemenlik millete ait falan der ama ardından da egemenliği anayasanın öngördüğü organlar elinde kullanır. Yani millet doğrudan doğruya kendine ait olan egemenliği kullanamaz diyor. Anayasanın öngördüğü organların elindedir diyor. Anayasada aşağı yukarı 30 tane organ var. Bunlardan bir tanesi parlamentodur. Bir tanesi de hükümettir. O 30 daireli bina anayasal teşkilattır, o 30 daireli binada sadece 2 tane dairesine siz temsilcilerinizi gönderiyorsunuz. Ve aslında oynanan şey bir demokrasicilik oyunudur. Ve oynan şey sadece bir parlamentralizim oyunudur. Gerçekte parlamenter sitsem yoktur. Çünkü parlamenter sistem de siz o binanın tamamen kaderine sahipsiniz. O binanın kaderi tamamen sizin elinizdedir. Ulaştığımız sonuç şudur; Türkiye’de parlamenter sistem asla olmadı. Dolayısıyla bir karar aşamasına geliyoruz. Türkiye’de nasıl bir hükümet modeli tartışması yapacağız? Bizim tartışmamız buradan başlıyor. Yoksa Türkiye parlamenter sistemle yönetiliyordu da şimdi parlamenter sistem çok kötü, o yüzden biz artık parlamenter sistemi değil de başkanlık sistemi tercih ediyoruz. Türkiye’nin böyle bir tartışması yoktur. Parlamenter sistem de güzel bir sistemdir, başkanlık sistemi de güzel bir sistemdir. İkisi de demokratik bir sistemdir. Ama şimdi biz önce yeni bir anayasa yapım sürecine geldik. Türkiye artık yüz yıllık karanlık bir anayasal düzen anlayışında başka bir noktaya geldi. Türkiye artık yeni bir anayasa yapmak istiyor. Çünkü Türkiye artık eski anayasal düzeni bir kenara bırakıyor. Yani milletin kendi egemenliğini kullanmasına izin vermeyen bir anayasal düzenden artık kendi kaderi hakkında karar vermesi mümkün kılacak bir anayasal düzene geçiş yapıyor. Bu yüzden de yeni anayasa meselesi yeni bir karar meselesidir, yeni bir sözleşme meselesidir. Bizim kaderimiz hakkında kara verme yetkisini yine bize ait olduğunun artık tescil etmesi gerektiği bir ana işaret eder.         Yani bir anayasa yapıyoruz ve yani anayasa da bizim hükümet modelimiz ne olacaktır? Tartışmaz budur.

BERFO ANANIN DRAMINI DÜŞÜNÜN

Türkiye yeni anayasa yapım sürecine girdi. Bu yeni anayasa yapım süreci milletin kendi kaderini kendi eline almasıyla ilgili bir süreçtir. Egemenlik millete ait olmalıdır. Millet kendi özgürlüğünü, kendi bildiği tarzda hayata geçirmelidir. Kendi inandığı şekilde yaşayabilmelidir. Kendi hayatını kendi belirlediği şekilde formüle etmelidir ve ona göre yaşamını sürdürebilmelidir. Bu talepler bu taleplerle Türkiye yeni bir anayasa yapım sürecine giriyor. Askeri vesait sürecinden kurtulmaya çalışıyoruz. Askerleri ya da tek parti diktatörlüğünün belirlediği bir anayasal çerçeve dışına çıkıp artık kendi barışımızın tesis edildiği ve geleceğe doğru yeni bir iddiayla yola çıktığımız bir anayasal düzen çalışması içerisine girdik. Bu anayasal düzenin temel esası ne olmalıdır? “Anayasalar toplum sözleşmesidir.” Diye bir ifade kulandım. Toplum sözleşmesi; iki kişi bir araya geldiğinde bir sözleşme yapar. Birden fazla insan bir araya gelir ve belli bir politika konusunda sözleşir. Dolayısıyla orada bir politik sözleşme meydana gelir. Toplumu kanat önderleri, toplumun büyük bir kesimi hatta neredeyse toplumun tamamı belli bir hedef doğrultusunda, belli bir temel kural konusunda bir araya geliyorsa ve ortak bir hedef belirlediyse burada da artık bir toplum sözleşmesi çıkar. Anayasalar toplum sözleşmesidir derler. Ortada toplum yoktur. Ara sıra bize küfür edercesine birileri ekrana çıkıp diyor ki “o kadar eleştiriyorsunuz ama bu anayasayı 1982 yılında 7 Kasım tarihinde yüzde 91.66 ile net oyu verdiniz.” Aynı millet değil mi? 1982 7 Kasım tarihinde milletin önüne bir tane anayasa taslağı sunulmuş. “unu ya kabul edersiniz, ya da askeri rejim devam eder.”Her bir aileden her bir insanın çocuğu o dönemde işkence görmekteydiler. Tutuklanan, aranan insanlar vardı. Ülke tamamıyla terörize edilmiş vaziyetteydi. Ve her tarafta sıkıyönetim vardı. Yarın öbürsü gün birisi gözaltına alındıktan sonra ertesi gün onun kaderi hakkında ne olacağı konusunda hiç kimsenin bir fikri yoktur. Berfo ananın dramını düşünün. Burada herhangi bir kural söz konusu mu bir kaide var mı? Keyfi bir dönemdir. Keyfi bir dönem içerisinde ortaya alternatif olarak bir anayasa koymuşlar. Hiç olmazsa bir kuralı bir kaidesi vardır. En azından askeri rejim gidiyor. Onu yerine parlamentonun bir şekilde belirlediği hükümet geliyor. En azından önümüzü görebiliyoruz. Şimdi askeri rejim kanunsuzluk ve kuralsızlık dönemindense hiç olmazsa darbeciler tarafından yapılmış dahi olsa en azından herkesin uymak zorunda olduğu kötüde olsa bir tane anayasa vardır.

MİLLET VARDIR, ETNİK REFERANS YOKTUR

Hangisini tercih edelim? Tabi ki kurallılık dönemi her zaman daha iyidir. Milletimizin yüzde 91.66 olarak verdiği evet oyu budur. Askeri rejime, darbeye hayır oyudur o. “1982 anayasası çok iyidir o yüzden kabul ediyorum” oyu değildir bu. En azından kurala bağlı hale geliyor. Mesele budur. Ama biz biliyoruz ki orada toplumun sözleşmesi vardır. Askeri rejim gitsin şeklinde ki bir sözleşme vardır. Yüzde 91.66’sı böyledir. Hatta geri kalan kısmı da, anayasa kötü bir anayasa dediği için hayır dedi. Dolayısıyla aslında askeri rejim olmasın tarzında bir toplum sözleşmesi oranı 1982 ta tarihinde yapılan referandumda yüzde yüzdür aşağı yukarı. Toplum sözleşmesi demek ki antimilitarizim bir sözleşmedir. Toplum sözleşmesi askeri darbeye ret eden bir sözleşmedir. 1920’de bir sözleşme vardı. Türk, Kürt, Çerkez hepsi; Çerkez Çerkez olarak, Kürt Kürt olarak, Türk’te Türk olarak vardı. Ama bir sözleşme yapıldı. Ve bu sözleşmede bir siyasi mücadelesi ve bir varlık yokluk mücadelesi başladı. Ve bu mücadele başarıya ulaştı. Bu mücadelenin adı Kurtuluş savaşıydı. Kurtuluş Savaşı Türk’ün Türk olarak, Kürt’ün Kürt olarak, Çerkez’in Çerkez olarak işin içinde olduğu, taşın altına elini koyduğu bir savaştı. Ve bu dayandığı sözleşme Misak-ı Milli, yani milli sözleşmedir. Ve bu milli sözleşme üzerine bir anayasa yapıldı 1921’de. 1921 tarihinde yapılan o anayasanın 24 tane maddesi vardır sadece. Ve içinde hiç kimseyi dışlayan bir ifade yoktur. Millet vardır, etnik referans yoktur.

BU POLİTİKA TOPLUMUN ÇIKARINA HİZMET VEREN BİR POLİTİKA OLSUN

Yerel yönetimler özellikle 1921’de o sözleşmenin üzerine kurulu olduğu anayasa vardı. Yani Kars’takiler Kars konusunda karar verecekler. Kendi kendilerini yönetecekler. Tabi ki merkezde de bir hükümet olacaktır. Merkezde ki parlamento ülkede tamamen kaderine hâkim olacaktır. O dönemde bir sözleşme vardır. O sözleşme üzerine bir anaysa inşa edildi. Sonra o sözleşmeyi birileri ortadan kaldırdı. Ardından tek bir parti diktatörlüğü başladı. Bu diktatörlük döneminde millete sormadan bir anayasa yapıldı. Millete dayatıldı. 1961 yılında anayasa yapıldı. Ve millete dayatıldı. 1982 anayasasında bir anayasa yapıldı ve millete dayatıldı. Ve millete dayatılmış olan bir düzenden milletin söz sahibi olduğu, milletin karar sahibi olduğu, milletin kendi kaderi hakkında belirleme gücü ve imkânına sahip olduğu bir anayasal düzene şimdi geçiş yapıyoruz. İşte tamda bu geçiş aşamasında yeni bir anayasa tartışması yaparken birde hükümet modeli tartışması yapıyoruz. İşte kilit nokta burasıdır. Türkiye hiçbir zaman parlamenter bir sistem olmadı. Türkiye mutlak suretiyle bir anayasal düzenine ihtiyaç duyuyor. Milletin egemen olabilmesi için bu ihtiyacı duyuyor ve bu ihtiyaç toplum sözleşmesinden kaynaklanıyor. Toplum sözleşmesinin parçaları; darbeciliğin ve darbeci anlayışın reddi, askeri darbecilerin reddi, kader birliği, bir arada yaşama iradesiydi. Ve herkesin kimliğini, kendi inancıyla, kendi farklılığıyla bu toplum içerisinde var olmak suretiyle bir sözleşme yapması söz konusudur. Öyle bir hükümet sistemi ortaya çıksın ki bu hem bize ait olsun, hem bize baskı uygulamasın, hem bizim özgürlüklerimizi sınırlamasın ama aynı zamanda bizim işimizi görsün. Bu politika toplumun çıkarına hizmet veren bir politika olsun.

BU TOPRAKLARDA İLK KURULAN CUMHURİYET KARS CUMHURİYETİDİR.

Hükümet modeli tartışması bizim karşımıza çıkıyor. Toplum sözleşmesinin unsurlarının bir farklılıklar olduğunu söyledik. Anadolu’da yaşayan insanlar hep aynı dili mi konuşuyor, hep aynı kültüre mi sahip, hep aynı inanca mı sahip? Farklılıklar vardır. Bu topraklarda ilk kurulan Cumhuriyet Kars Cumhuriyetidir. Yani Türkiye cumhuriyeti kurulmadan önce Kars cumhuriyeti kurulmuştur. Bir 6 aylık bir ömrü oldu. Yani Kars’ta bir Cumhuriyetçi damar vardır. Ve üstelik tamamen bu farklılıkları ile birlikte bir Cumhuriyet kurma iradesi vardı. Bu topraklar herkesin özgürce yaşayabileceği topraklar oldu tarih boyunca. Bundan sonrada böyle olmak zorundadır. Kars’ta biz sistemimizi kuracağız. Sözleşmemizi yaptık. Hepimiz bir arada yaşamak istiyoruz. Gizli Ermeni ile birlikte. Önce meclis olacak. Meclisin içinden bir hükümet çıkacak. Hükümetin bir sürü ilişkileri düzenlemesi gerekiyor. Artı Kars’ın hayvancılık sorunu var, alt yapı sorunu var, tarım sorunu var, sanayi sorunu var ve bunlarla bağlantılı olan işsizlik sorunu var. Yani Kars’ta bir cumhuriyet kuracağız. Herkes bir arada yaşamak istiyor. Ama Kars’ta aynı zamanda karnını doyurmak istiyor. Dolayısıyla öyle bir sistem yaratmamız gerekiyor ki bunların cevabını verebilsin. Parlamentoyu seçmeye başladık. Sandıklar kuruldu ve ardından seçim yapıldı ve seçimde bir parlamento ortaya çıktı. Şimdi barajsız olduğu için hepsi girdi meclise. Hepsinin meclise girdiği bir yerde muhtemelen yüzde 50’yi hiçbir siyasi parti yakalayamayacaktır. Karsın sorunlarından söz ettik. Hiçbir siyasi partinin çoğunluğu elde edemediği bir meclis kurduk. Bu meclisin içinden bir hükümet nasıl çıkacak. Avrupa’ya gittiğiniz zaman Avrupalılar bize gıptayla bakıyor. Onlarda anayasalarını değiştiremiyorlar. Öyle saçma sapan şeyler anayasaya koymuşlara ki; her gün grev var. Hava alanından şehir merkezine metro ile gidemiyorsun. Anayasayı düzeltmeleri gerekiyor bunu düzeltmek için.

TÜRKİYE BİR MOZAİK ÜLKEDİR

Koalisyon yapmak istiyoruz mesela. Koalisyon sizin bu sorunlarınızı çözebilir mi? Bir hükümet kurulacak ama bu hükümet düzgün bir politika yürütemez. Sizin işsizlik sorununu tam anlamıyla çözmesi zordur. Almanya’yı bana örnek vermeyin çünkü Almanya bu kadar çeşitliliğin bulunduğu bir ülke değildir. Kardeşçe bir arada yaşadık. Sözleşmeyi yaptık. Bu sözleşmeye göre bir anayasal düzen koyduk ortaya. Kardeşiz. Hiç kümse kimseye müdahale etmiyor. Bir sinin etrafında toplandık. Ama o sinin üzerinde yemek yenmiyor. Mutfakta aş yok. Mutfakta aşçı elinde bıçak yok. O mutfağa kimse bir şey getirmiyor. Dolayısıyla aşçı orada yemek yapamıyor. Kardeşçe bir sinin etrafında toplamamızın anlamı vardır. Kardeşçe yemek için, kardeşçe refahımızı arttırabilmek için ona ihtiyacımız vardır. Böyle bir problem olduğu zaman mecburen koalisyon falan olmasın baraj koyacaksınız ki düşük oy yüzdesine sahip olanlar parlamentonun dışında kalsın, geri kalan parlamentoya yansısın. O zaman bir parti hükümet kurar. Bu seferde önemli bir kısmı dışarıda kalıyor baraj nedeni ile. Toplumun önemli bir kesimini dışarıda bırakma pahasına istikrarlı bir hükümet ortaya çıkarttık. Şuanda Türkiye’de baraj yüzde 10 dur. Yüzde 10 demek teorik olarak parlamentonun tamamen boş kalmasına yok açabilir. Bütün siyasi partiler yüzde 10’un altına düştüğü durumda parlamentoya kimse giremez. 2007 seçimlerinde yüzde 23’ü falan dışarıda kaldı. 2011 seçimlerinde yüzde 5 civarı dışarıda kaldı. Ama hep dışarıda bırakmazsanız başka türlü istikrarlı hükümet yapamazsınız. Toplunda birbirine benzer insanların oluştuğu bir yerde böyle bir sorun olmaz. Bazı ülkelerde olmuyor böyle bir sorun. Çünkü o ülkeler bir imparatorluk uzantısı olan Türkiye gibi çok çeşitli, çok kültürlü bir mozaik değildir. Kars nasıl mozaikse, Türkiye’de aynı şekilde bir mozaik ülkedir. Almanya bir mozaik değildir. Bu yüzden bizim problemimiz vardır. İstikrarlı bir hükümet ortaya çıkartmak için     yüzde 5 barajı getirdiğiniz andan itibaren toplumun yüzde 20’lik kısmını dışarıda bırakmak zorunda kalırsınız. Başka yolu yoktur. Birde rasyonelleştirilmiş parlamentarizm diye bir şey var. Bu da 1-istikrarlı hükümet çıksın 2- hükümet çok hızlı bir şekilde karar versin. Hükümet hızlı karar veremediği zaman daha ne diye seçiyoruz ki. Dolayısıyla hızlı bir şekilde çalışması gerekiyor. Parlamenter sistemde hızlı çalışma demek, hükümet parlamentonun içinden çıkacağına göre parlamentoyu hükümetin önünden engel çıkartmamız gerekiyor demektir bu. Normalde kanunlar parlamentonun yüzde 50’si ile çıkmalıdır. Kanunlar bazen 20 milletvekiliyle kanun çıkarılabiliyor. Anayasanın 96. maddesine baktığımız zaman şöyle yazar. Meclis 184 kişiyle toplanır, eğer bir kanun kabul edecekse en az 139 kişinin buna evet oyu demesi lazım. Yine aynı şekilde parlamentonun hızlı bir şekilde kanun çıkartması için muhalefetin daha az oluşması gerekiyor.

BİR HÜKÜMET İSTERSE TAMAMEN ONLARI YOK SAYAR VE İSTEDİĞİ ŞEKİLDE HAREKET EDEBİLİR.

Sadece konuşuyorlar başka bir şey yapmıyorlar. Parlamenter sistemde muhalefeti etkin hale getirirseniz hükümet işleyemez hale gelir. Dolayısıyla mozaik bir ülkede parlamenter sistemi etkin olarak kullanalım derseniz muhalefet devre dışı kalır. Şuan da muhalefetin bir tüzük değişikliğinde bile yetkisi yoktur. Bir hükümet isterse tamamen onları yok sayar ve istediği şekilde hareket edebilir. Şuan itibari ile hükümet istese hiçbirisine hiçbir şekilde bakmak zorunda değildir. Çok basit bir şekilde basit bir çoğunluğu iç tüzük değişikliğini falan yapar bu iç tüzük değişikliğiyle birlikte onların konuşmalarını sınırlayabilir. İyi bir şey değil tabi ki.     Parlamenter sistemin mantığı bir gereği olarak bizim irademiz muhalefet olarak dahi ilgisizleştirilmek zorundadır. Nedeni Türkiye’nin mozaik bir yer olmasıdır. Bu mozaik içerisinde işleyebilir bir hükümet çıkartmak için bu yolara başvurmak zorundasınız. Etkin bir hükümet ortaya çıkartabilmek için baraj koymak gerekiyor, baraj koyduğunuz andan itibaren toplumun önemli bir kesimi asla ve asla siyasal mekânda devlet mekânında, parlamenter mekânda kendi görüşünü dile getiremeyecektir. Oraya giden muhalefetin etkin bir muhalefet yapabilme imkânı yoktur. Anca bağırır ve çağırır başka yapabileceği bir şeyi yoktur. Hatta gerekiyorsa kanuna aykırı davranabilir. Başka bir şey yapılmaz çünkü etkinlik arayışı yoktur. Parlamenter sistem demokratik bir sistemdi. Ama biz şimdi bir sinin etrafında kardeşçe toplandık. Mutfakta birilerinin iyi bir yemek yapması ve o sinin üzerine getirmesi lazım ki bizde kardeşçe o yemeği paylaşalım. Derdimiz budur. Zaten bunun için oy veriyoruz. Bunun için seçimler yapıyoruz.

BAŞKAN PARLAMNTONUN HÂKİMİ DEĞİLDİR

Başkanlık sisteminde parlamento vardır. Seçimlere gidiyoruz ve parlamentoyu seçiyoruz. Hükümeti de aynı şekilde seçiyoruz. Meclisi seçiyoruz bir taraftan bir taraftan da hükümeti çıkartıyoruz. Hükümet meclis içinden çıkmadığı için istikrar sorunu yoktur. Parlamenter sistemde hükümet meclis içinden çıktığın için mecliste sürekli hükümetin arkasında 276 kişiyi 276 kişiye tutturmamız gerekiyor. Baraj konyak suretiyle, muhalefeti susturmak suretiyle yapmak zorundayız. Ve üstelik orada ki çoğunluk desteğini çektiği anda hükümet düşer. Parlamentodaki seçimde baraja ihtiyaç yoktur. Çünkü hükümet onun içinden çıkmıyor. Baraja ihtiyaç yoksa bu şu demektir. Kars’ı düşünelim tekrar herkes meclise girecek demektir. Yani sinin etrafında artık bir kardeşlik tesis edilmiş olacaktır. Nedeni yine aynı Türkiye’nin mozaik olmasıdır. Dolayısıyla bir kanunun yapılacağı mekân, milletin temsil edildiği mekân ile kanunların uygulanacağı ve politikaların uygulanacağı mekânları birbirinden ayırdık. Parlamenter sistemin bir özelliğine daha dönelim. Parlamenter sistemde hükmet parlamentonun içinden çıkıyor. Bunun için parlamentoda sürekli bir çoğunluğu bulundurmamız gerekiyor ki hükümet görevini devam ettirebilsin. Çünkü çoğunluk yoksa hükümet düşer. Peki, hükümet parlamentonun içinden çıktığına göre hükümetin dayandığı bir çoğunluk var. Hükümette bir parti oluşturuyor. Partinin başkanı da hükümetin başkanıdır. Parti mecliste çoğunluk oluşturuyor ve oradan hükümet çıktığına göre partinin başkanı hem yürütmenin başkanıdır hem de yasamanın kralıdır. Hükümetin başkanı nasıl bir kanun çıkarılmasını istiyorsa o kanunu veis çıkartmak zorundadır. Çıkartmazsa hükümet düşer çünkü. Hükümet düşmez onun arkasında ki onu çıkartan bir meclis çoğunluğu vardır. Onlarda aynı partiye mensuptur. Dolayısıyla parlamenter sistem yasamanın ve yürütmenin aşağı yukarı tek kişide birleştiği bir sistemdir. Halk barajsız bir şekilde parlamentoyu oluşturuyor. Yine halk kendi içinden bir kişiyi başkan olarak seçiyor. İkisi aynı yerden ayrı yerlerden besleniyor. Başkan parlamentonun hâkimi değildir mümkün değildir. Parlamentoda herkesin dâhil olduğu bir parlamento vardır. Hepsi kanunların yapılmasına katkı sağlıyor. Ama bu kanunlar uygulaması meselesin de başkan var.

BİR BAKAN HER ŞEYİ BLOKE EDEBİLİR

Tekrar parlamenter sisteme bir örnek vereyim. Parlamenter sistemde aynı zamanda bir hükümet çıkıyor. Hükümet dediğimiz de 25–30 kişilik bir kabinedir. Bakanlar kurlundan bir tanesi “ben burada ki kararnamenin altına imza atmıyorum.” Dediği zaman öyle bir kararname çıkamaz. Yani bir bakan her şeyi bloke edebilir. Başbakana karşı nasıl karşı gelir? Gelirse gelir. Başbakan bu durumda Cumhurbaşkanından rica edecek. Cumhurbaşkanı da bun göre onu görevden alacak. Onun yerine yeni bir bakan gelecek. Bu aynı zamanda siyasal kriz demektir. Başkanlık öncesinde böyle bir şey yoktur. Kanunları uygulama ve politika yapma yetkisini bir kişiye veriyorsunuz çünkü. Ama sadece yürütme yetkisini. Onun yardımcıları vardır. Onun yardımcılarının ona itiraz etmesi mümkün değildir. Çünkü karar 4 yıldır seçtiğiniz başkana aittir. Başkan parlamentoyu kontrol edemez. İkisi aynı partiden olsa bile başkan meclisi kontrol edemez. Ama aynı politika hayata geçer. Fakat kontrol edemez. Çünkü başkanın partiler yasası üzerinden partiyi kontrol edebilmesi mümkün değildir. Başkan başkan seçildiği zaman parti üyeliği devam eder, ama parti kontrol etme yetkileri biter. Vesayet mümkün değildir. Çünkü aynı zamanda o ordu teşkilatının ona ait olan bütün merkezi idari birimlerin başına başkan atama yapar. Ama bu atamaların geçerli olabilmesi içinde meclisin buna onay vermesi gerekiyor. Başkan yanlış yapmasın parlamentoda yanlış bir kanun çıkartmasın diye burada meclis ile başkan aynı zamanda birbirini kontrol eder ve birbirini denetler. Her ikisi arsında bu uyuşmazlık olduğu zaman problem yargıda çözülür. Yargı, başkanlık sisteminde yarısı parlamento, yarısı başkan olarak seçilir. Örneğin; Kars’ta bir anayasa mahkemesi üretiyoruz. Karsın bir meclisi var birde başkanı var. Parlamento içinde her kesinden insan var. Parlamentoda ne kadar farklılık varsa bu farklılıkların yargıya yansıması gerekiyor. Onlar kendi aralarında öyle kişiler seçecekler ki herkes onun üzerine uzlaşabilsin. Dolayısıyla burada herkes anayasa mahkemesi üyesi olabilecek. Çünkü bu toplumun içinden çıkıyor. Yargı millete ait olmalıdır. Bunu da başkan onaylayacak, geri kalan kısmı da başkan atayacak. Başkan atamasının geçerli olabilmesi için meclisin başkanın atadıklarına onay vermesi lazımdır. Yoksa asla ve asla bir yargı olmaz. İşte böyle bir anayasa mahkemesi ürettiğiniz zaman ikisi arasında bir problem çıktığında herkesin iktidarı ile muhalefeti ile güvenebileceği bir hakem hakem oluşturmuşsunuz.         İkisi arasında problemi olduğunda o yargı hakem olarak bu problemi çözebilmelidir. Çin’de ekonomik açıdan vermiş olduğu bir kararın cevabı birkaç saat içerisinde eğer Ankara hemen hızlı bir şekilde işleyip vermezse borsanızda bir gün içerisinde yüzde 5’lik bir puan gider. Yüzde 5’lik bir puan demek işsizlik rakamının yüzde 2 civarında arttırmak demektir. Sizin cebinizde ki paranın yüzde 30 civarında değer kaybetmesi demektir. Yani o yüzden 21. yüzyıla hızlı ve etkin bir devlet yönetimi şarttır. Artık o karınca hızıyla her şeyin hareket ettiği bir dönemde değiliz. Uzay çağındayız. Dolayısıyla hızlılık ve etkililik çok önemlidir. Sürekli seçimlere ve sandıklara geliyoruz.

HER BİR MİLLETVEKİLİ BİR PARA DEMEKTİR BİR MASRAF DEMEKTİR

Bütün bunların hepsinin fedakârlıklarını yapıyoruz. Dünyanın bürokratı var, dünyanın memuru var. Bunlar bize hizmet etmek için varlar. Maden bu kadar fedakârlıkla bir devlet oluşturuyoruz, ama oluşturduğumuz o devlet artık elini kolunu bağlıyoruz ve hiçbir iş yapamıyor. Başkanlık sistemi Türkiye için gerekliliği buradan anlaşılıyor. Çünkü bir kurul yerine yetkileri sınırlandırılış tek bir kişiye biz yürütme yetkisi veriyoruz ama yasama yetkisi tamamen onun yetki alanı dışına çıkartıyoruz. Fakat yürütme yetkisi konusunda    hızlı bir şekilde karar alabiliyor, hızlı bir şekilde politika uygulayabiliyor. İşte Türkiye’nin bu mozaik yapısı nede ile, içinde bulunduğu coğrafi şartlar nedeni ile, karşı karşıya olduğu meydan okumalar nedeni ile yanı başımızda Suriye meselesi vardır. Ermenistan önümüzde ki dönemlerde ne olacak bilinmiyor. Kendi içimizde barışımızı tesis ediyoruz. Bu barışımızı tesis etmekle birlikte inanılmaz bir enerji ve gücümüz ortaya çıkıyor. Bu barışımızı tesis ettiğimiz zaman kimse elimizden tutamayacaktır. Ondan sonra doğru ve düzgün bir şekilde cevap verebilmek içinde sağlıklı, hızlı, krizsiz bir şekilde işleyen hem yasamasıyla hem yürütmesi ile etkin bir şekilde işleyen bir hükümet modeli ihtiyacımız vardır. İşte bu hükümet modeli de Türkiye’nin kendine özgü şartları nedeni ile de başkanlık sistemi ortaya çıkıyor. Parlamenter sistem de demokratiktir. Başkanlık sistemi de demokratiktir. Ama başkanlık sistemi hem temsiliyeti arttırıyor hem de istikrarı arttırıyor. Daha güçlü bir gelecek, daha güçlü bir Türkiye, daha güçlü bir kardeşlik için başkanlık sistemi daha fazla işimize geliyor. 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.