1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. Bilgen, Turizm Sektörünü Konuştu
Bilgen, Turizm Sektörünü Konuştu

Bilgen, Turizm Sektörünü Konuştu

HDP Grup Sözcüsü Kars milletvekili Ayhan Bilgen’in; CHP Grubunun “Turizm Sektöründe Çalışan Yurttaşlarımızın Çalışma Koşullarından Kaynaklanan Sorunlarının Araştırılması ve Emekçilerin Haklarını Koruyacak Önlemlerin Belirlenmesi” ilişkin verilen araştırma

A+A-

AYHAN BİLGEN (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, bu trajik durumu belki Nasrettin Hoca’nın fıkralarıyla falan ancak tarif etmek mümkün. Biliyorsunuz, meşhur fıkralarının birisinde, Nasrettin Hoca evinin önündeki ay ışığında, yerde yüzüğünü arıyor. Komşuları soruyorlar, “Hoca, yüzüğü burada mı kaybettin?” diyorlar. “Yok ama burası aydınlık.” diyor.

Şimdi, bizim turizmi nerede kaybettiğimizi aslında herkes pekâlâ biliyor. Dolayısıyla da atık suyla ilgili destekleme vererek turizmin kurtarılamayacağını, durumun vahametinin düzeyini de bütün dünya gibi, Türkiye’de de birazcık bu işle ilgili olanlar, birazcık rakamları bilenler, şu anda otellerdeki rezerve tablolarını biraz bilenler çok net biçimde görüyorlar. Ama, gerçekle yüzleşmemek için, aslında sorunun esasıyla yüzleşmemek ve esasa dair bir çözüm aramayı göze alamadığımız için, sadece, yine Hoca’nın kendi tabiriyle “Dostlar alışverişte görsün.” kâbilinden yaklaşımlarla, paketlerle turizmin sorunlarını çözmeye çalışıyoruz. Oysa, bir an önce tam da sorunun kendisiyle yüzleşmeyi başarsak yani neden Türkiye’de güvenlik olmadığı gerekçesiyle, kaygısıyla rezervasyonlar iptal ediliyor, bununla yüzleşsek belki kısa vadede çözüm bulamayabiliriz ama hiç olmazsa orta, uzun vadede bir adım atma imkânı olur. Sayın Başbakanın paketi açıklarken kendi kullandığı tanımlama, kendi kullandığı ifadeler şöyle: “Rusya’yla gerilim ve çevre ülkelerdeki gelişmeler nedeniyle sıkıntı yaşıyoruz.” Rusya’yla gerilimin sebebi belli. Çevre ülkelerle ilişkiler dediğimiz şey de galiba, tamamen bizim dışımızda, bize rağmen bir tablo değil; bu gelişmelerde bizim de herhâlde bir payımız, bir dâhilimiz var.

Burada çok yoğun biçimde terörle ilişki kurma üzerinden polemik yapılıyor ama birazcık dış politikada deve kuşu anlayışından vazgeçsek yani kafamızı kumdan çıkarsak ve dışarıda herkesin gördüğü cüssemizi, cesedimizi fark ederek aslında siyaset yapsak şunu anlayacağız ki dünyada birçok ülke Türkiye’yi sadece güvenlik kaygıları olan bir ülke olarak değil, doğrudan doğruya çevresinde güvenlik kaygılarının artmasına sebep olacak politikaları destekleyen, besleyen ülke olarak görüyor.

En son Bulgaristan tavır koydu, Yunanistan uluslararası çağrı yaptı, Orta Asya cumhuriyetleri -Türkiye’nin en zor zamanlarında yanında olan ülkeler- Türkiye’nin bu krizlerde ne kadar haksız olduğunu ortaya koydular, Irak Merkezî Yönetimi’yle, İran’la ve Suriye’yle ilişkilerimiz de ortada. Başka bir komşu yok zaten. Dolayısıyla, ya kendimize dünyada galiba başka bir yer arayacağız, başka bir yer bulacağız ya da “Çevremizde neden bu kadar gerilim var? Bu gerilimde bizim hiç payımız yok mu?” sorusuyla daha ciddi, daha samimi yüzleşeceğiz.

Türkiye IŞİD’le ilgili uzun bir süre ayak sürüdü. Türkiye’nin müttefikleri IŞİD’le ilgili dosyaları, mülteci kamplarında kalıp sonra Suriye’ye savaşa gidenlerin resimlerini, isimlerini en sonunda Cumhurbaşkanının -dönemin Başbakanı Erdoğan’ın- bir Amerika ziyareti sırasında önüne koydular ama Türkiye bunları reddederek gerçeği değiştirecekmiş gibi siyaset yapmayı tercih etti.

Türkiye’nin birçok şehrinde davul zurnalarla sanki askere yolculanır gibi insanlar Suriye’ye savaşmaya gittiler; Türkiye’nin istihbarat birimleri bunu görmedi, duymadı. Resmî rakamlara göre, Türkiye’de 500 ila 2 bin arasında kişi Suriye’deki örgütlerde IŞİD’de, Ahraruş Şam’da, Nusra’da, Yavuz Selim tugaylarında, Abdülhamit alaylarında savaşıyor. Bunlar Türkiye’nin kendi kurumlarının verdiği rakamlar ama dünya pek bu rakamları da ciddiye almıyor ve bu rakamların sadece birkaç şehir için geçerli olduğunu söylüyorlar. Yani, bunun yaklaşık 10 ila 20 katı civarında Türkiye’den çıkmış, Suriye’ye cihat etmeye gitmiş, Suriye’de rejimi değiştirmek için hayatını ortaya koyan bu örgütlerin içerisinde militan savaşçı olduğu düşünülüyor ve biz dönüyoruz, bütün bunun sonuçlarını tartışırken bunlarla yüzleşmek, bu politikanın bizi neden buraya getirdiğine dair açık yüreklilikle bir tartışma yapmak yerine, burada polemik yaparak, burada demagoji yaparak, burada sadece suçu muhalefete keserek, faturayı muhalefete keserek bu işin içinden çıkmayı deniyoruz.

Kültür ve Turizm Bakanı Türkiye’deki turizme yönelik baltalayıcı organize işlerin sıralamasını yaparken en başa, işte biraz önce burada da adı anılan bir cemaati, 130 ülkede, “Türkiye güvenilir ülke değil.” diye kampanya yürütmekle suçluyor.

Şimdi, iki soru sorarlar insana: Bir, bir grup, bir topluluk -hadi, sizin deyiminizle ifade edelim- bir terör örgütü 130 ülkede örgütlenmiş ve Türkiye’yle ilgili bir kampanya yürütebiliyor ve sizin bundan, ancak kriz çıktıktan sonra haberiniz oluyor. Yani on yıl boyunca her açılışlarını teşrif ettiğiniz, her olimpiyat etkinliklerinde boy gösterdiğiniz, her fırsatta Pensilvanya’ya selam gönderdiğiniz bu grup bir anda terör örgütü oluyor ve 130 ülkede Türkiye aleyhinde kampanya yürütebiliyor. Bundan, on yıl boyunca haberdar olmamanın izahı yok.

İkincisi de böyle bir yaygın kampanya yapacak bir organizasyonu sadece bir “terör örgütü” diye tarif edip işin içinden çıkmaya çok imkân yok.

Turizmcilerin bu paketi ne kadar önemsediklerine dair, paketin teknik ayrıntısına dair zaten sivil toplum örgütlerinin, meslek örgütlerinin çok net açıklamaları var. Örneğin, teşvik verilecek ajansların kapasitesiyle ilgili Başbakanın pakette açıkladığı rakamlar yani o düzeyde bir desteği hak edebilecek kuruluş sayısı Ege Bölgesi’nde bir elin parmaklarını bulmuyor. Dolayısıyla da bu destekten, bu teşvikten, gerçekten bu turizm krizinden etkilenecek ne kadar esnaf faydalanacak, bunu, az çok herkes takdir edebilecek kabiliyette birikime zaten sahip ama eğer terörle ilgili tartışmaları ve Türkiye’nin demokratikleşme ihtiyacını, Türkiye’nin barış ihtiyacını, Türkiye’nin demokratikleşme ihtiyacını bir an önce önümüze koymazsak ve bir dönem “baldıran zehri içmek” diye tarif edilen bedeli ödemeyi göze alarak siyasal sorumluluk üstlenmezsek bir süre sonra ne yazık ki turizmde bugünkü kadar bile umut içeren, bugünkü kadar bile paket açıklama cesareti bulan bir ortamı yakalayamayacağız. Çok açık, çok net bir tabloyla karşı karşıyayız. Türkiye içeride bir büyük çatışmanın içerisinde, her gün cenazeler geliyor -kimin öldüğü, kimin cenazesinin olduğundan bağımsız olarak ifade ediyorum- dışarıda ise çok daha büyük bir maceraya, bir mezhep çatışmasına Türkiye adım adım sürükleniyor. Suudi Arabistan’la birlikte hareket ederek Orta Doğu’da barışı tesis etme iddiasına dünyada inanacak çok ülke yok. Ama işin garibi şurada ki Türkiye’nin müttefiklerinden çok Türkiye’yle Suriye’de hesaplaşmak isteyenler, Türkiye’yi bir büyük savaşın içine, mezhep çatışmasının içine çekmek isteyenler Türkiye’ye tam da gel, gel yapıyorlar, buyur yapıyorlar, gel diyorlar, sen eğer Suudi Arabistan uçaklarına güvenerek İncirlik’i açıyor ve Suriye siyasetine böyle müdahil olmak istiyorsan gel bakalım, kim ne kadar bedel ödemeyi göze alıyor, kim Orta Doğu’da daha çok sorumluluk ve belirleyici inisiyatif alma gücüne, iktidarına sahip, bunu buyurun, görelim diyorlar. Dolayısıyla, bu akıl tutulmasını bir an önce terk etmek, turizmin sorunlarının da aslında Kürt sorununun çözümünden geçtiğini, Türkiye’de Kürt sorunu çözülmezse ne turizmin sorunlarının ne eğitimin ne sağlığın, hiçbir sorunun çözülemeyeceğini bir an önce görmek ve bu kürsüde, bu platformda daha fazla aslında Cumhurbaşkanına da Başbakana da kötülük yapmayıp gerçekleri ortaya koymak gerekiyor. Ravisi zayıf ama güzel bir hadis var, “Allah bir yöneticinin iyiliğini isterse ona kendisini eleştiren yardımcılar verir.” deniyor. Yani, eğer burada Sayın Cumhurbaşkanını memnun etmek, Sayın Başbakanın hoşuna giden sözler sarf etmek yerine bu gerçeği dikkate alan ve yapamayacağımız işleri konuşmayan, konuştuğumuz şeylerin arkasında duran bir siyaset sergilersek...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlamanız için bir dakika süre veriyorum Sayın Bilgen.

AYHAN BİLGEN (Devamla) - Bitiriyorum.

Yapamayacağımız işleri söylemeyen ama söylediklerinin de arkasında duran bir siyaset sergilersek hem ülkenin itibarı hem iç barışımız hem güvenliğimiz galiba daha sağlıklı bir ortama kavuşur. Bu aktardığım son ifade Kur’an’dan bir ayet, Saf suresinin 3’üncü ayeti ve bu ayeti bazı mütercimler aktarırken diyorlar ki: “Eğer yapamayacağınız işleri söylerseniz üzerinize büyük bir gazap gelir, büyük bir felaket gelir.”

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.