Seyrü Süluk Risalesi

Adanalı köşe yazarı Serdar Aydın, Sadık Yalsızuçanlar’ın derlediği kitabı okudu ve düşüncelerini köşesinden dile getirdi. İşte Serdar Aydın'ın köşe yazısı :

Sufi yayıncılığın Sadık Yalsızuçanlar’ın derlediği yukarıda ismi yazılı kitabı bastığını duyunca müthiş bir merakla alıp okudum.

 

Kars ilimizde bulunan türbesini ziyaret etmeyi çoktandır aklımda ve hayat planımda tuttuğum Ebu Hasan El Harakani hazretlerini kendi evime misafir ettim adeta. Dünyaya gelişini, yıllar öncesinden Beyazıt-ı Bistami hazretlerinin haber verdiği bu değerli sufinin hayatına, okuma diliyle dokunmak, yaz yorgunu ruhuma iyi geldi.

 

Hayatının, tasavvuf anlayışının, öğrencilerinin ve nasihatlerinin bulunduğu bu 144 sayfalık kitap bir ummanı bardağınıza dolduruyor. Oruçtan çıkmış susuz ruhlarımıza iftar niyetine hemde.

 

Orhan Pamuk’un ‘’Kar’’ romanı ile görme merak katsayımın arttığı Kars, bu kitap vesilesi ile de artık benim için gidilmesi kaçınılmaz oldu.

 

Yeryüzünde ‘’şairane ikamet eden’’ bir büyük insan Ebu Hasan El Harakani.

 

Onu tanımak, ruh arkadaşlığına sığınmak ve sufiliği onun penceresinden anlamaya çalışmak

bu eserin hacmini aşıyor ama haddini aşmıyor.

 

Ezel sırlarını, ne sen bilirsin ne ben,

Bu muamma sözü, ne sen okursun ne ben.

Perdenin gerisinde, ben ile seni konuşturan var,

Perde kalkarsa ne sen kalırsın ne ben.

Ebu’l Hasan Harakani

 

***

 

Yüzyılımızın büyük düşünürlerinden Wittgenstein ‘’konuşulamayan hakkında susulmalı’’ demişti. Kadim tasavvuf kültüründe de hikmetin dilinin ‘’sembol ve sükût’’ olduğu söylenir.

Tasavvufun insanlığa uzun yıllar dilin dışında anlaşma ve konuşma yöntemleri ilham eden (öğreten) eğitim metodu hep ilgimi çekti. Eskiden özle, gözle veya yüzle kurulan ilişkiler şimdi bir çuval sözle kurulamıyor. Dinleyen insan olmaktan konuşan insan olmaya başlayalı beri âdemoğulları ile ittifaklarımız değil ihtilaflarımız çoğaldı gibi geliyor bana.

 

Dikkat ediyor musunuz, sözün çoğaldığı vakitlerde insanların ikna debisi hızla düşüyor. Sözün özüne inilmeden, gönül semaverinde sözün demi verilmeden sarf edilen sözler içimizi durultmuyor, buruyor.

 

Bakın bugünün yaşanan, geleceğin yaşanacak en büyük sorununa Üstad ne diyor;‘’Gönül denizdir, dil ise sahil. Deniz dalgalanınca, içinde ne varsa onu sahile atar.’’Demek ki dalgalarla değil işimiz, ummanla…

 

Konuşmanın vücudumuzdan atık ve kirli olarak dışarı atılan karbondioksitin boğazımızdaki ses telleriyle temasının sonucu oluşmasına ‘’filozofik’’ olarak ta bakın derim.

 

Söz kirlenmiş oksijenin çocuğudur.

Oksijenden dolayı ruhanidir, nefhadır.

Ses tellerinden dolayı ise maddidir, fizikidir.

Harfler fiziki yanını anlam ise manevi yanını temsil eder o yüzden.

 

***

Dergâha gelen taliplerin alınlarındaki saçlarından üç tel kesermiş Üstad.

İlk kılın cehalet,

İkinci kılın kibir,

Üçüncü kılın ise cimrilik olduğunu söyler

Ve yerine dergâhta

İlim,

Tevazu

Sahavet ekildiğini ifade edermiş.

Yani

Bilgi, alçak gönüllülük ve cömertlik…

Yine taliplerin dergâha gelirken tüm mallarını üçe bölmelerini bunu önce ailesine, sonra akrabalarına, kalanını da dergâha getirmelerini istermiş.

Dağıtarak, paylaşarak çoğalmak bu olsa gerek.

Hasan Harakani hazretlerinin kısa hayatının anlatıldığı bölüm ve sözlerinin aktarıldığı kısımlar harika.

İşte birkaç küçük örnek;

‘’Sufilik varlığa ihtiyacı olmayan yokluktur.’’

‘’Edebi olmayanın kemali olmaz.’’

‘’Garip; gönlü teninde, başı gövdesinde garip olandır.’’

‘’Yeryüzünde yolculuk yapanın ayağı, gökyüzünde yolculuk yapanın gönlü su toplar.’’

Kitapta kendi orijinal notlarının da bulunması sevincimi katladı.

Üstadın kabrinin ortaya çıkması ve çukurunun derin kazılması ise; apayrı bir hikâye.

Bu kadar farklı tellerden çalmam, lafı da uzatmam merakınızı kamçılamak için

Değerli bir kitap.

Klasikleşecek bir sufi kitabı yani.

 

İyi okumalar.