Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan kongrede Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın ve Saadet Partisi eski ilçe başkanı Aziz Yılmaz’ın ruhuna Fatiha okundu.
Gündeme dair açıklamalarda bulunan Altun, 42 yıl önce başlayan bu yolculukta birçok acı, tatlı kederli, neşeli, olaylar yaşandığını söyledi. Altun, “Bilinmelidir ki; Milli Görüş yolu sabır yoludur. Bu yokuşu herkes çıkamaz. Bu yola girenlerin bir kısmı yolun başında bir kısmı yolun çeyreğinde bir kısmı yolun ortasında hatta yolun sonunda geriye dönerek inişe geçtiler. Bizler ısrarla bu yokuşu tırmanmaya devam ediyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki yolun sahibi olan yüce Allah’tır. Rabbim bu yolu açık tuttukça bu yolda yürüyecek çok âşıklar çıkar. Ancak; yoldan geri dönenler yan çizenler yorulanlar yeniden bu yolun âşığı olabilirler. Bu dönüş şer güçlerin bitişini de hızlandırır. Şimdi Sarıkamış ta 3. olağan kongremizi yapıyoruz. Her zaman olduğu gibi bu kongrede de ana hedefimiz “iyinin, güzelin ve adaletin hâkim olması olacaktır.” şeklinde konuştu
Kongreye Erzurum’dan katılan Saadet Partisi Erzurum Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Sedat Laloğlu da, gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu. Konuşmasında mevcut iktidarı eleştiren Sedat Laloğlu, 28 Şubat’a değindi ve 28 Şubat’ın neden olduğuna değindi. Çok önemli 2 sebepten ötürü 28 Şubat postmodern darbesi yapıldığını belirten Laloğlu, şöyle konuştu:
“Birinci sebep; 3 Temmuz 1996 da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde Başbakan tarafından okunan hükümet programı, 2 gün içerisinde güvenoyu alarak, işe başlamıştı. Programın 11. sayfasındaki bir cümle çok önemliydi. “Ekonomik kalkınmada temel esas, rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçiş olacaktır.” Bu cümle ne anlama geliyordu? Hemen söyleyelim; Bu hükümet rantiyenin değil, halkın hükümeti olacaktır.
İkinci sebep; 1990 da komünizmin iflas etmesiyle, Sovyetlerin dağılması ve Tek Kutuplu Dünyanın oluşması sonrasında, ABD’nin önderliğinde Siyonizm in isteği olan “Yeni Dünya Düzeni” ideolojisinin, hayata geçirilmesine engel olacak, D-8’ler İslam Birliği’nin kurulma çalışmaları…
Ekonomideki iyileşme, halkın daha rahat bir ortama kavuşmasını ve özgür düşünmesini sağlamış, bu şekilde tarihin ve coğrafyanın kendisinden beklediği duruşu sergilemesinin önünü açmıştı.
O güne kadar ekonomik olarak çok kötü şartlarda yaşayan insanlar daha rahat yaşayabileceğini keşfetmişlerdi. 100 alan işçinin 221 alması, 100 alan memurun 250 hatta 312 alması, emeklilerin maaşlarında %900 e varan artışlar, esnafın yüzünün gülmesi, köylünün emeğinin karşılığını alması, Türkiye de kısaca toplumun bütün kesimlerinin huzur ve refahını temin etmişti.
Türkiye Yaşanabilir Bir Ülke olma yolunda çok önemli adımlar atıyordu.
Gerçek büyüme rakamlarına ulaşılması, iç ve dış borç stokunun gittikçe azalması, GSMH nın gerçekçi rakamlara gelmesi Yeniden Büyük Türkiye’nin kuruluyor olduğunun müjdelerini veriyordu.
Hükümet içerde bu tarihi hamleleri yaparken dışarıda da yaklaşan büyük harekâta karşılık İslam Birliği’nin oluşumu için düğmeye basılmıştı. Gelişmekte olan 8 İslam ülkesi Türkiye’nin Liderliğinde bir araya getirilerek Yeni Bir Dünyanın kurulmasıyla sonuçlanacak çok stratejik bir adım atılmıştı. İlk toplantısının Dünya’nın Başkenti İstanbul da yapılıyor olması ve Osmanlı Ruhunun, ihtişamının çağrışımlarının yapıldığı bir mekânın tercih edilmesi ve özellikle birliğe davet edilen çekirdek kadronun Arz-ı Mevud sınırlarını, çember içine alacak bir coğrafyadan seçilmesi, Yeni Dünya Düzeni aktörlerini, çileden çıkartan ve bardağı taşıran son damla olmuştu.
Bir taraftan halktan vergi, zam ve düşük taban fiyatları vasıtasıyla, kur, faiz ve enflasyon politikalarıyla, kamu kesimini borçlanma gereksiniminin azami ölçüde tutulması, kredilerin ve teşviklerin sadece belli bir zümreye ve adaletsiz dağıtılmasıyla oluşturulan Rantiyeci zümrenin hortumları kesilmiş oluyordu. Diğer taraftan yaklaşan BOP işgallerin yaşanmaması ve 22 İslam ülkesinin sınırlarının değişimiyle sonuçlanacak Arz-ı Mevud ideallerinin hayata geçmesini önleyecek tedbirler alınıyordu.
İşte bu 2 önemli sebep süreci hızlandırmıştı. Yeni Dünya Düzeni aktörleri içerdeki işbirlikçileri, taşeronları ve tetikçileri vasıtasıyla süreci yönlendirmeye başlamıştı. Toplumun hemen her kesimine ait insanlar bu darbe sürecinde rol almaya çalışıyorlardı. Siyasetten-Yargıya, Medyadan-Sendikalara, Sivil Toplum Kuruluşlarından-İslami Cemaatlere, Üniversitelerden-Askerlere kadar herkesimden birileri Milli Görüş ün bu iki stratejik hamlesinin karşısında kendini konumlandırma gereği duymuştu.
Sonunda istenilene ulaşılmıştı. Refah Partisi iktidardan uzaklaştırılmış ve Milli Görüş camiası çok haksız bir şekilde siyasetten ve ülke yönetiminden uzaklaştırılmaya başlanmıştı.
Devamında Yeni Dünya Düzeni aktörleri, linç cephesine, hareket içerisinden de insanlar ekleyerek Milli Görüş ün Yeni Bir Dünya idealleri engellenmişti. Ve maalesef hareketin de bölünmesi sağlanmıştı.
Sonraki hamlelerle hareketin içerisinden çıkartılan insanlara dayatılan ve kabul ettirilen "Yeni siyasî doktrinin, büyük sermaye ve küresel güçlerle uzlaşma" ideolojisi güçlenerek devam ettirilerek, Önceleri halkın tepki göstereceği duruşu bu ideolojiye göre yeniden şekillendirilip, dönüşüm gerçekleştirilmiş oldu.
Sincan'da tankların yürütülmesiyle başlatılan somut hareket, BOP eşbaşkanlığıyla devam ederek, Irak ta hava sahamızın açılması (Müslümanların akıtılan kanlarına ortak olunması), Libya da harekete destek olunması, Mısır, Suriye gibi ülkelerde yaşayan insanların acılarının dindirilmesinin yerine, Füze Kalkanlarının ülkemiz sınırları içerisine yerleştirilmesine ses çıkarılmayarak, İran ve Türkiye’nin Allah göstermesin işgalinin önünü açacak projeye katkı sağlayacak hale getirildi.
Bu tercihler siyasi aktörlerin hamleleriyle gerçekleşirken, o süreçte yaşananlara sessiz kalan sözde İslami cemaatlerin, o darbe sürecinin oluşmasını sağlayan insanlarla kol kola gezmeleri ve o dönemin en mağdurlarının kendileri olduklarını iddia ederek, şimdilerde rant dağıtan kurumlar haline gelmeleri diğer ibretlik bir olaydır…
Aklıselim, Hesap gününün varlığına inanan bir insan gerçek mağduriyetin giderilmesi için özür dilemekten, pişmanım, yanılmışım demekten öte daha somut şeyler yapmalıdır. Eğer Reel ekonomiye geçiş ve İslam Birliği’nin tesis edilmesiyle Yeni Bir Dünya’nın kurulması ideallerinin hayata geçmesinde bilerek ya da bilmeyerek engel olmuş bir kimse varsa ve bu durumun düzelmesi için mücadele etmiyorsa bu kişinin üzerinde ki vebal devam ediyor sayılır.
Tankların yürütülmesiyle başlanan süreç, Milli Görüş ün zayıflatılması (AKP-HAS), toplumun dizayn edilmesi ve dönüştürülmesi (İslami Cemaatler ve Sivil Toplum Kuruluşlarıyla devam ettirildi. Bu süreçte bilerek ya da bilmeyerek görev almış birilerinin şimdilerde çıkıp ta şu yargılansın, bu içeri alınsın, şu tekrardan şuraya gelsin ya da şu kanun şu hale getirilsin, sözlerini söylemesi boş ve cahilane söylenmiş sözlerden ibarettir..
28 Şubat Milli Görüş’ün Yaşanabilir Bir Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Bir Dünya ideallerine karşı yapıldı. Bu ideallerin hayata geçmesine engel olmuş kim varsa o en büyük vebal altındadır. Bu ideallerin hayata geçmediği her dakika için ölen, hakları gasp edilen tüm insanlığın bu süreci hala daha devam ettiren insanlardan alacağı vardır.
Ayrıca konuşmasında Sarıkamış ta yapılmış olan ayakkabı fabrikasının bazı şer odaklar yüzünden kapatılarak yok pahasına satıldığına değindi.
Son günlerde şahit olduğumuz olaylar ya da gün yüzüne çıkan ilişkiler MİT, Emniyet, Yargı üçgeninde yaşananlar “güçler çatışması”nın derinlikleriyle alakalı çok önemli şifreler veriyor.
Kamuoyundaki algı; AKP hükümetiyle Cemaat arasındaki “iktidar mücadelesi”nin “MİT Krizi”yle iyice ortaya çıktığı şeklindedir. Hatta bu ilişkide Syn Başbakan’a “gücünün sınırları” hatırlatılıyor da denilmektedir…
Acaba yaşananlara, Sn Başbakan’ın 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine “tek aday” olarak gitmesinin önünü kesecek yeni bir oluşumun ayak sesleridir, de diyebilir miyiz? Çünkü Kürt sorununun çözümüyle alakalı MİT'in Oslo da başlattığı çözüme yönelik hamlelerin, kamuoyuna deşifre edilmesiyle, Hakan Fidan (MİT Müsteşarı) üzerinden Syn. Başbakan'ın Yüce Divana götürülmesinin önü açılmaya çalışılmıştır.
Sonuçta bu yaşadığımız ve şahit olduğumuz gelişmeler bırakın ülkemizi, dünya tarihinde bile eşine rastlanmamıştır. Yaşananlar Sn Başbakan'ın geleceğini belirleyecek çok büyük bir kavganın hiç de öyle basit ve yumuşak geçmeyeceğinin işaretleridir. Hatta eğer bu kavganın tarafları sonuçta meseleyi anlaşarak çözseler bile çok ciddi bir güç ya da prestij kaybına uğrayacaklardır.
Yaşanan bu olayların bir bağlantısının da bölgede yürütülmekte olan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)'un olduğu unutulmamalıdır. Suriye ve İran'ın halledilmesinden sonra asıl sıra Türkiye'ye geleceğinden şimdiden bazı alt yapıların oluşturulması düşünülmektedir.
Türkiye'nin bir bahaneyle NATO’dan çıkarılıp, Kürt meselesi ile alakalı, Türkiye'ye saldırma planları hazırlanırken bazı ayrıntıların ve görev bölümünün Onlar açısından, şimdilerde kurgulanması gerekir. Dolayısıyla MİT Müsteşarının ve MİT eski yöneticilerinin PKK-KCK ile ilişkilerinin soru işaretleri oluşturacak biçimde akıllara yerleştirilmesi, önümüzdeki günlerde psikolojik hamlelerinde olabileceğini işaret etmektedir.
Peki, bu sonuçlara nerden ulaştık?. NATO'un düşman rengini Kızıldan Yeşile çevirdiğini dünyada artık duymayan kalmamıştır. Dış İşleri Bakanımızın “Türkiye’nin NATO’ya ne kadar sadık olduğu”nu sürekli hatırlatıp durması çok önemli bir ayrıntıdır. Bu süreklilik ve önemsemenin, Syn. Bakanın Uluslararası İlişkilerde uzman olması ve NATO’yu yöneten Yeni Dünya Düzeni aktörlerinin Türkiye için, “yeterince kullandık, artık önümüzdeki projelerimize ayak bağı olacak düşüncelerini”, hissettiğinden kaynaklandığını düşünüyorum.
Gelinen noktada Türkiye ve Körfez ülkelerinin aktif girişimiyle Suriye’ye saldırı başlatılması fikri, tüm dünya ülkelerinde konuşulmaya başlanmıştır. Bu saldırının ardından NATO ve Yeni Dünya Düzeninin aktörleri Koruma Yasası çerçevesinde sonradan işin içine gireceklerdir. İskenderun ve Suriye arasında bir tampon bölge oluşturularak, İnsani Yardım adı altında bölgeye girilecektir. Hatta Syn Davutoğlu’nun söylediklerine göre “İnsani Yardım Koridoru” için çalışmalar başlatılmış durumda…
Burada hemen şunu soruyorum? Acaba Türkiye neden böyle bir projenin içinde bu şekildeki bir görevi tercih ediyor?. ABD ve bu güçlerle ittifak yerine Esat'la görüşerek Esat ve isyancılar arasında arabulucu olsa (Kaldı ki, Esat Syn. Başbakan’ın daha düne kadar ailece görüştüğü biri) daha doğru bir adım atmış olmaz mı? ABD’ye karşı durmakla İslam’dan çıkmış mı oluruz?...
Olayları somutlaştırarak, Türkiye içerisindeki detaylarını konuşmaya devam edelim. Hatta MİT'le yaşanan son gelişmelerle alakalı direk sonuca gelelim. Sonuç; siyasi iradenin Devletin imkânlarıyla elde ettiği güç, Cemaatin dini söylemlerle elde ettiği gücü aşmıştır. Ve bugünlerde Siyasi iradenin elde ettiği güce dayanarak, cemaatten bağımsız bir yolu tercih etmesi, cemaati karşı bir hamle yapmaya mecbur bırakmıştır.
Siyasi irade istihbarat gücünü elinde tutarak, kendisine karşı gelebilecek her türlü başkaldırıyı etkisiz hale getirmek için tedbirler almıştır. Hatta bu gücünü karşısında cemaat bile olsa kolaylıkla O’na karşı kullanabileceğini göstermiştir. İşte ortaya çıkan bu incelik, MİT'in siyasi iradenin elinden alınıp cemaatin kontrolüne geçmesi fikriyle güçlerin dengelenebileceği, düşüncesini geliştirmiştir. Cemaat adına Lideri’nin yaptığı konuşma (video)da zaten içerik olarak bu hamleyi doğrulamaktadır…
Bu noktada acaba ABD ve Koalisyonu nerde duruyor? Derseniz, hemen söyleyelim. Onlar yaşanan bu süreci şimdilik sakin ve sessizce izliyorlar, diyebiliriz. Çünkü bu savaştan kim galip gelirse gelsin, sonuçta iki tarafla da dostluklarını(!) devam ettiriyorlar. Onlar için dostluklarını(!) kiminle devam ettirdiklerinin ismi önemli değildir.
Siyasi iradenin Savcıyı görevden almasıyla (sanki) durulmuş bulunan bu mesele nasıl bir karşı hamleyle devam ettirilebilir?. Kanaatimce işe, siyasi iradenin kurmay ya da mensuplarının varsa kirli işleri ve şaibeli durumları deşifre edilerek, ortaya çıkarılarak başlanabilir…
Şimdi ortaya koyduğumuz bu fikirlerden sonra, bölgede devam ettirilen Büyük Plan da sona gidilirken içerde Siyasi İrade-Cemaat güç çarpıştırması, dışarıda İran-Suriye ve Türkiye ortak hamlesine hazırlık yapılırken, Allah göstermesin Doğu ve Güneydoğuda başlatılabilecek bir sokak eylemleri ve ayaklanmalar süreci, akabinde Ordu-MİT-Polis güvensizlik moduyla, direniş gücümüzün kırılması, çok kötü hallere sokabilir bizi ve bütün coğrafyayı… Peki bu kimin işine yarar?... Hemen söyleyelim; Siyonizm ve Yeni Dünya Düzeni aktörlerinin…
Belki de MİT o günlerde çok önemli işlevler yürütülebilecek. Hakan Fidan (MİT Müsteşarı)’nın Ortadoğu ve Nükleer Silahlarla alakalı uzmanlığı, MOSSAD ve diğer istihbarat örgütlerinden bağımsız çalışmalar yapması ülkemiz adına ve bölge adına daha sağlam adımlar atmamızı sağlayacaktır. Ama ne yazık ki birileri onu da hizaya getiriyor şu günlerde…
Bu arada peki cemaat neden bu kadar cesur hareket ediyor sorusu akıllara gelebilir. Bu da Sayın Başbakan’ın ikinci kez olduğu ameliyatla ortaya çıktı ki, meğerse Sayın Başbakan’ın hastalığını biliyorlarmış... Bu yüzden Beşiktaş adliyesini kullanmakta tereddüt etmemişler…
Allah sonumuzu hayr eyleye… Önümüzdeki günler çok önemli hamlelere gebedir. Yaşayıp göreceğiz, ama şu unutulmamalıdır, Herkesin bir planı varsa Cenab-ı Allah’ın en güzel planı vardır…”
Konuşmalarında Malatya denildiğinde ilk akla gelen şeyin “Kayısı” olduğunu söyleyen Laloğlu Şimdi ise Malatya denildiğinde ilk akla gelen şeyin “füze kalkanı” olduğunu vurguladı ve bu füze kalkanın İsrail korumak için kurulduğunu savundu.