Kartal yuvasından düşenler, bulutlara gizlendiler

Yeni Yaşam Gazetesi Yazarı Ayhan Erkmen kaleme aldı : Kartal yuvasından düşenler, bulutlara gizlendiler

Son bir haftadır, bir proje kapsamında Kars’ın turizm rotalarını ziyaret ediyoruz. Doğa, mekân ve eserler karşısında büyülenmemek elde mi? Ama tabiri caizse her bir yapı, bir sahipsizlik abidesi.

Çıldır Gölü’nde gün batımı harikaydı, güneş kızıl bir çarşaf gibi serilmişti gölün yüzeyine ve martılar gökle gölün buluştuğu yerde yakamozlarla yarıştaydı. Sonraki gün gittiğimiz, Kağızman’daki Keçror kale kasabası insanın başını döndürüyordu. Burası zaman içinde Keçrevan, Keçivan, Geçivan ve şimdilerde Tunçkaya olarak isimlendirilmiş. İlk gördüğümde aklıma hemen Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi geldi. Hazar kıyısında olduğunu bilmesem, burasıdır derim. Kars’ın Alamut’udur Keçror kale kasabası.

Nasıl ki Hasan Sabbah muhalif İsmaili hareketin örgütlenme ve güvenliği için kartal yuvası olan Alamut Kalesi’ni üs edinmişse; ondan üç bin yıl önce Kapeğyan Beyliği de aynı gerekçeler ile üç tarafı uçurum ve uçurumlara omuz veren, yüksek ve geniş surlarıyla Keçror Kalesi’ni inşa etmişler. Güvenliği yüksek tutmak için tek giriş noktası olan kapısını, Ani antik kentindeki gibi peş peşe sıralı surlarla örmüşler. Destursuz girenler, tam kaleye girdim derken tuzağa düşüyorlar. Sur içi, bir ayindeymişçesine, diğer uçtaki en yüksek noktaya kurulu kilisenin peşi sıra saf tutmuş.

Keçivan 12. yüzyılın sonunda el değiştirince, geri almak için yapılan kuşatmada vurulanlar Digor’daki Beş Kilise Manastırı’na (Khtzkonk’a) defnedilmişler yani kartal yuvasından düşenler, bulutlara gizlenmişler.

Keçivan’dan sonraki durağımızdı Digor Beş Kilise, manastır gökte asılı bir şamdan gibidir. Yüksek ve keskin bir uçurumun dibindeki terekte inşa edilmiş. Tereğin altında da aynı yükseklik ve keskinlikte başka bir uçurum var.

Zor bir patika yolculuğundan sonra varıyoruz manastıra. Dibine gitmeye kadar kendini göstermeyen doğa ve mimarinin etkileyici uyumu ile büyülü bir yer burası. Uçurumun dibinde akan derenin şırıltısı, kuşların cıvıltısı ve dağ kekiğinin baskın kokusu terapi gibi.

Manastır 7. yüzyılda inşa edilmiş. Burası Ermenilerin bölgeden ayrıldığı 1920 yılına değin keşiş ve hacıların konaklama mekânıymış. Şimdi sadece Aziz Sarkis Kilisesi ayakta kalmış. Bu yapı kendi döneminden 13. yüzyıla değin Ani dahil bölgede yapılan eserlerden mimari olarak çok farklı ve üstündür. Mimari ayrıntıları daha ince tasarlanmış ve taşlar daha yüksek standartlara göre işlenmiştir. Taş bloklardan inşa edilmesine rağmen sanki çok büyük yekpare portakal rengi bir taş kütlesinden oyulmuş bir heykel gibi duruyor.

Bin yılı bulan zamana ve tüm el atmalara inat, yalnız ve yaralı hali ile insanın içine işliyor. Manastırın diğer bölümleri 1950’li yıllara değin ayaktaymış. O yıllara tanıklık etmiş rahmetli Cabbar Amca’nın aktardığına göre, Digor merkezdeki kurumların inşası için yıkılan manastırda Aziz Sarkis Kilisesi’nin çatısından bir asker düşüp ölünce, yıkım durduruluyor ve Aziz Sarkis yıkılmaktan böylelikle kurtuluyor.

Özcesi, doğanın kendiyle baş başa kaldığı alanlarda sorun yoktu. Çıldır’da göl, güneş ve ay uyumluydu, güzelliği pay ediyorlardı. Lakin tarihi yerlerin hali perişandı; insanlar, insanlığın mirasına karşı çok acımasızlardı.