Önerge şöyle:
Uzun zamandır ‘ Özel Güvenlik Bölgesi’ ilanı adı altında Kars ilinde yaşayan yurttaşlarımız sıkıntılar yaşamaktadırlar. Yurttaşlarımız kendilerine konuyla ilgili şeffaf bir bilgilendirme yapılmadığını belirterek tarım ve hayvancılık başta olmak üzere ekonomik faaliyetlerini sürdüremediklerini belirterek tarafımıza mağduriyetlerini iletmektedirler.
Bu bağlamda;
1-Kars ilinde halen devam etmekte olan kaç Özel Güvenlik Bölgesi mevcuttur?
2-Özel Güvenlik Bölgesi içerisinde olan Çiçekli, Körpınar ve Kavaklı Köylerine köylülerin girişlerinin yasaklandığı bilgisi doğru mudur?
3-Eğer halen girişler yasak durumdaysa ne zaman köylere girişlere izin verilmesi planlanmaktadır?
4-Bu Özel Güvenlik Bölgeleri bir yayla değil köy olması hasebiyle yurttaşların doğan mağduriyetleri üzerine araştırılma yapılmış mıdır?
5-Bu köylere girişlerin yasaklanması devletin 90’lı yıllardaki köy boşaltma politikasına geri döndüğü anlamına mı gelmektedir?
6-Köylülerin karakol komutanına durumlarını anlattıklarında komutanın: ‘Bu sene köylere çıkamayacaksınız yasak buraları artık terk edin! ‘ dediği bilgisi doğru mudur?
7-Eğer doğruysa bu konuda görevli memura karşı açılmış bir soruşturma mevcut mudur?
8-Binlerce hayvanı bulunan yurttaşların mağduriyeti konusunda bir çalışma yapılmış mıdır?
9-Eğer köylüler bu köylere gidemezlerse ellerindeki hayvanları nereye götüreceklerdir? Bu konuda bir çalışma var mıdır?
10- 2016 Türkiye’sinde köylerinde elektrik bile bulunmayan köyler için ne yapılması planlanmaktadır?
BİGLEN’İN KONUYLA İLGİLİ TBMM’DEKİ KONUŞMASI ŞÖYLE:
Meraları bekleyen 2 tehlike var. Bunlardan birisi, güvenlik bölgeleri dolayısıyla meraların kullanımını engelleyen düzenlemeler ki şeffaf olmadığı gibi, bırakın denetlemeyi, bırakın bu güvenlik politikalarının sivil izlemesini, neredeyse öğrenme imkânından bile mahrumuz.
Kars’ın bazı ilçelerinde köyler ve meralarla ilgili, yaylalarla ilgili güvenlik nedeniyle yasaklar kondu Bakanlar Kurulu kararıyla. Bitiş tarihi 1 Mart ama bitip bitmediğini, o köylere, o meralara, yaylalara girilip girilemeyeceğini ne kaymakam biliyor ne karakol komutanları biliyor ne biz öğrenebiliyoruz.
Ama bugün asıl konumuz çılgın proje ve meralarla ilgili ikinci tehdit yani ranta açılması meraların, tarım arazisi olmaktan çıkartılması. Bir kere, eğer bir konuyla ilgili on dört yıl içinde 7 kere kanun yapmışsanız, zaten o alanla ilgili hiçbir öngörüye, hiçbir stratejik planlamaya sahip değilsiniz demektir. Meralarla ilgili tam 7 kanun yapılmış 2003’ten bu yana.
Kanun demek devletin sınırlarının vatandaş tarafından bilinmesi, vatandaşın da, yine, aynı şekilde, kendi haklarının nereye kadar uzandığını öngörebilmesidir. Şimdi, iki yılda bir değişen bir düzenlemede öngörüden söz etmek, öngörüden bahsetmek mümkün değil.
Bir taraftan, İstanbul’a giriş çıkışla ilgili neredeyse pasaport tartışması yapacaksınız, plaka tartışması yapacaksınız, öbür taraftan da göç veren illere yatırım yapmak yerine, aksine, İstanbul’da rantı artıracak, yeni göçü teşvik edecek düzenlemelere imza atacaksınız. Böyle çılgın projeleri tarihte başkaları da denediler, biliyorsunuz. Bize tarih kitaplarında “deli Petro” diye öğretilen ama Rusların “büyük Petro” dedikleri, bu kanal işlerinin galiba tarihteki en önemli referanslarından birisidir. İşte, Don’la Volga arasında, Hazar’la Karadeniz arasında birtakım projeler, biliyorsunuz.
Bugün dünyada başka da kanal projeleri yapanlar var. Örneğin İran’ın Hazar’dan Basra’ya kanal projesi var. Herhâlde bizim çılgınlığımıza benzemiyor, sahici ve ciddi bir projeden bahsediyoruz. Bir şeye tekabül ediyor, bir anlamı var; hem enerji nakil hatları açısından bir anlamı var hem de diğer ulaştırma politikaları açısından.
Özellikle kamu malının bu kadar kolay, bu kadar keyfî yağmasıyla ilgili sizlere sufilerin güzel bir sözünü hatırlatmak isterim. Sufiler kamu malıyla ilgili, mülkiyetle ilgili derler ki: “Şeriatta bu senindir, bu benim; tarikatta hem senindir hem benim ama hakikatte ne senindir ne benim.” Evet, kamuya ait arazileri, kamuya ait malları ranta açarken, imara açarken bırakın kentli haklarını, bırakın insan haklarını, ayının hakkını, balığın hakkını gözeterek bir medeniyet iddiasında bulunmakla her yere imar yoluyla bina dikmek ve dünyayı, kainatı bir emlak cenneti görmek arasında ciddi bir medeniyet anlayışı farkı olduğunu sizlere hatırlatmak isterim. Eğer bir proje, bir siyasi tutum, bir politika gerçekten ihtiyaca dayanıyorsa başka bir şeye hizmet eder ama birilerinin kâr hırsına hizmet ediyorsa başka türlü sonuç doğurur.