1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. Uçum Kars'ta Başkanlık Sistemini Anlattı
Uçum Karsta Başkanlık Sistemini Anlattı

Uçum Kars'ta Başkanlık Sistemini Anlattı

Mehmet Uçum KAÜ’de Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi’ni konuştu

A+A-

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Av. Mehmet Uçum, Kafkas Üniversitesi’nde ‘Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi’ konulu konferans verdi. Uçum, konuşmasında gündeme dair birçok soruya da yanıt verdi.

Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Av. Mehmet Uçum, Kars’a gerçekleştirdiği ziyaret kapsamında Kafkas Üniversitesi’nde partililer, üniversite yönetimi, Kars halkı ve öğrencilerle bir araya geldi. Öncelikli gündemin ‘Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi’ olduğu konferansta; Uçum, katılımcıların sorularını yanıtlayarak, gündeme dair birçok konuya ilişkin de açıklamalarda bulundu.

Kafkas Üniversitesi Necdet Leloğlu Konferans Salonu’nda düzenlenen programa Kars Valisi Günay Özdemir, Kafkas Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sami Özcan, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Çitil, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Üzümcü, AK Parti İl Başkanı Adem Çalkın, İşadamı Suat Ögel, Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü Hüseyin Düzgün, Sarıkamış eski Belediye Başkanı İlhan Özbilen, akademisyenler, öğrenciler ve vatandaşlar katıldı.

Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması ardından başlayan programda açılış konuşması Kafkas Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Üzümcü tarafından gerçekleştirildi. Üniversitede bu etkinliğe katılarak, öğrencileri yeni anayasa ve başkanlık sistemi hakkında bilgilendirecek olan Av. Mehmet Uçum’a teşekkür eden Üzümcü, açılış konuşmasında; “Ben, siz değerli misafirlere de tercüman olmak adına, burada sormak isterim. Neden yeni anayasa? Neden başkanlık sistemi? İlk sorunun cevabı net ve açık. Türkiye’nin 2023 hedefleri için sivil yeni bir anayasaya ihtiyacı var. Çünkü mevcut 1982 Anayasası ve bir önceki 1961 Anayasası birer darbe anayasası. Halkın temsilcisi TBMM tarafından değil, darbecilerin belirlediği komisyonlar ve danışma meclisinin hazırladığı siyasi meşruiyeti tartışmalı anayasalar. Oysa ülkemizin, milletimizin iradesinin tecelli ettiği TBMM tarafından hazırlanan ileri demokrasiyi içeren bir sivil anayasası olmalı ve halkın oyuyla referandumla bu sivil anayasa onaylanmalı. Sanırım bu noktada milletimiz ve siyasi partiler hem fikir durumdalar.

İkinci sorunun cevabı da aslında net ve açık. Türkiye’de siyasi ve ekonomik istikrar için başkanlık sisteminin sağladığı güçlü siyasi iktidara ihtiyaç var. Bir iktisatçı olarak Türkiye’nin ekonomik tarihine baktığımızda görüyoruz ki, Türkiye’de siyasi istikrarın olduğu dönemlerde ekonomik istikrar var. Yani siyasi istikrar ile ekonomik istikrar arasında pozitif ilişki bulunuyor. Örnek: Atatürk Dönemi, Rahmetli Menderes, Rahmetli Özal Dönemi ve Adalet ve Kalkınma Partisi dönemleri. Oysa bildiğiniz üzere koalisyon dönemlerinde ekonomik büyüme yerine ekonominin yerinde sayması, patinaj yapması, hatta ekonomik krizler söz konusu. Özetle, siyasi istikrar için, ekonomik istikrar ve sivil siyaset için, ülkemizin 2023 ve 2071 hedefleri için, milletimizin refahının yükselmesi için yeni anayasa beraberinde siyasi istikrarı sağlamada daha başarılı olan başkanlık sistemine ihtiyaç bulunduğunu düşünüyorum. Bu çerçevede Türkiye’nin yeni sivil anayasa ve başkanlık sistemine ihtiyacını ayrıntılı biçimde anlatmak için burada bulunan, engin bilgi ve tecrübelerini bizimle paylaşmak için Üniversitemize teşrif eden Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Sayın Mehmet Uçum’a bu konferansları nedeniyle İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ve üniversitem adına tekrar teşekkür ediyor, selam ve saygılarımı sunuyorum. ifadelerine yer verdi.”

Üzümcü, açılış konuşması ardından sözü, Kars Valisi Günay Özdemir’e bıraktı. Özdemir’in selamlama konuşması sonrasında ise Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Av. Mehmet Uçum, ‘Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi’ konulu konferansta katılımcılara hitap etti. ‘Öncelikli olarak Karslı olmam hasebiyle sizlere içeriden bilgi vereyim’ diyen Uçum, Yeni Anayasa çalışmalarının haziran sonuna kadar az çok olgunlaşacağını ve kamuoyuyla paylaşacaklarını belirtti.

Yeni Anayasa’nın Türkiye’nin bir ihtiyacı olduğuna dikkat çeken Uçum, “Gerçekten Türkiye’de anayasa ve başkanlık sistemi herhangi bir siyasi aktörün ihtiyacı değil. Herhangi bir politik önderin ihtiyacı değil. Ankara’nın tek başına ihtiyacı değil. Bu bizim ülkemizin ihtiyacı, bu bizim milletimizin ihtiyacı. Niye ihtiyaç olduğunu birazdan beraber açığa çıkarmaya çalışacağız. Dolayısıyla yapılan çalışma sayın valinin vurguladığı gibi toplumsal ihtiyaçları esas alan bir çalışmadır. Bizim toplumsal ihtiyaçlarımız ve taleplerimiz bu sistemin değişmesini zorunlu kılıyor. Bu nedenle yeni anayasa kişilerin değil bu milletin ve bu devletin bir ihtiyacıdır.” dedi.

YENİ ANAYASA VE SÜREÇLERİ!

Hazırlık, Sivil müzakere, Karar Onay gibi süreçleri olan Yeni Anayasa sürecinin dört maddeden oluştuğunu kaydeden Uçum, “Siyasi müzakere mecliste, anayasa komisyonunda, genel kurulda yapılır. Anayasa maddeleri üzerinde tek tek çalışmalar yapılır. Komisyonlara sivil toplum temsilcileri çağrılır. Hatta sivil toplumu temsil eden kanaat önderleri çağrılır. O müzakerelerden sonra nihayet mecliste oylama aşaması yapılır. Ona da hukuki aşama diyoruz. O oylama aşaması eğer 330 veya daha fazla bir oyla anayasa kabul edilirse nihayetinde karar aşamasına geçilir. Son kararı kim verecektir. Yine halk. Halkın oyuyla yeni anayasa yürürlüğe girecektir. Şu anlattığım aşmalarda biz henüz hazırlık aşamasındayız. Bu hazırlık aşamasında toplumun tartışabileceği yeni anayasaya ilişkin taslağı hazırlıyoruz. Bu final değil. Bu bir başlangıç. O taslak topumda tartışıldıktan sonra ancak teklife dönüşebilir. Nihayetinde toplumun onayıyla, halk oylamasıyla yürürlüğe girecektir. Bu anlattığım sürece toplum merkezli anayasa şekli denir. Çünkü günümüzde anayasa yapım süreci biraz farklılaştı. Anayasayla toplum arasında ki ilişkiye baktığınızda geçmişte iki tane anayasa yapım yöntemi görüyoruz. Birincisi temsili anayasacık; bir grup insan toplum adına bir anayasa yazıyor. Ondan sonra onu topluma sunuyor. Toplumda kabul ettikten sonra yürürlüğe giriyor. Bunun ilk örneği ABD’dir. ABD 1787 yılında kurucu babalar denilen bir ekip oturup halen daha yürürlükte olan ABD’nin anayasasını yazmışlar. Ve bu anayasa kabul edildikten sonra mecliste yürürlüğe girmiş. Diğer bir örneği DÖGOL’dür. Fransa Meclisi DÖGOL’a yetki vermiş bir anayasa taslağı hazırla diye. DÖGOL’de 3 tane hukukçu uzman almış. Onlarla beraber bir anayasa taslağı hazırlamış. Bunu Fransa halkının onayına sunmuş. O kabul edildikten sonra yürürlüğe girmiş. Halen de uygulanan anayasa o. buna temsili anayasa deniyor.” Şeklinde konuştu.

‘İkinci anayasa yapımı, baskıcı anayasa yapımıdır.’ Diyen Mehmet Uçum, ‘Bunu da Türkiye’de görebilirsiniz’ diye örneklendirerek, sözlerine şöyle devam etti: “Darbe olmuş 1960. milli birlik komitesi kurmuşlar. Milli birlik komitesi hukukçuları akademisyenleri çağırmış. Bir anayasa taslağı hazırlamışlar. Sonra halkoyuna gitmiş, kabul edilmiş, yürürlüğe girmiş. Darbe olmuş 1980. bir tane danışma kurulu kurmuşlar milli güvenlik konseyi. Yine uzmanlara bir anayasa taslağı hazırlatmışlar. Nihai kararı o beş general vermiş. Sonra halın önüne koymuşlar. O anayasa olmuş. 34 yıldır ayağımıza dolaşan bir anayasaya bizi mahkûm etmişler. Buda baskıcı anayasa işte.”

“AFRİKA’DA ANAYASA YAPIMI 3 YIL SÜRDÜ”

Üçüncü anayasacılığın ise taşıyıcı anayasa olduğunu dile getiren Uçum, bu anayasa şeklini de; “Anayasayı yazanlar toplum adına yazmazlar. Toplumun talep ve ihtiyaçlarını dikkate alarak onun iradesini yansıtır. Yani topluma asistanlık yapar. Çünkü günümüzde aydınların rolü de değişti, entelektüellerin rolü de değişti. Günümüzde halk sadece kâğıt üzerinde asil değil gerçek anlamda da asile dönüştü. Halkın talep ve ihtiyaçları siyasete dönüştürülmeli o siyasette hukuka dönüşmeli. Dolayısıyla hukuk üretiminin kaynağı eskiden olduğu gibi tepedekiler değil artık tabandakiler oldu. Böyle olduğu için anayasacılıkta taşıyıcı anayasacılık üzerinden yürütülmek zorunda. Bunun 1999 yılında ki örneği güney Afrika’dadır. Güney Afrika anayasa yapımı 3 yıl sürdü. 1 milyona yakın veri toplandı. Bu 1 milyon veri halka soruluyor. Yeni anayasal sistemden ne beklersiniz. Bunu biz 2011’de yaptık. Halkta beklentilerini sıralıyor. Onları bir kısmı anayasal düzeyde karşılanır, bir kısmı kanun düzeyinde karşılanır, bir kısmı idare düzeyinde karşılanır. Önemli değil. Ama bu sorunun anlamı şudur. Devletten ne bekliyoruz? Devlette ilişkinin nasıl olmasını istiyoruz? Halk ve özgürlüklerini hayata geçirirken ne tür güvenceler istiyoruz? Devletten beklenti, devletle ilişki, hak ve özgürlüklerde güvence. Halka bunları sorduğunuzda milyonlarca görüş çıkıyor, milyonlarca kaygı çıkıyor, milyonlarca talep çıkıyor. Güney Afrika’da bu 1 milyon talepten anlamlı 10 bin veri üretmişler. Anayasa taslağını o veriler üzerinden kurmuşlar. Sonra halk oylamasıyla yürürlüğe girmiş.” diye örneklendirdi.

TAŞIYICI ANAYASACLIKIK SİSTEMİ!

Anayasa tasarılarına ilişkin tek tek örneklendirmelerde bulunan ve bunların detaylarını, işleyişlerini örnekler göstererek katılımcılarla paylaşan Uçum, “Bir diğer ülke İzlanda. Onlar anayasa yaparken tek tek her yetişkine sordular. Buna taşıyıcı anayasacılık diyoruz. Bizim şuanda uyguladığımız metot da bu. Peki, bu taslağı yazarken neyi dikkate alıyoruz? Şuan da 30 bin sayfadan oluşan bir külliyat var halktan gelen talep ve öneriler diye. Bu ne zaman oluştu? 2010 referandumundan sonra bizim de arasında bulunduğumuz bir grup insanın kurduğu yeni anayasa platformu bütün Türkiye’yi dolaştı. Hatta Kars’ta da yeni anayasa toplantısı yapmıştık. Onun yanı sıra meclis uzlaşma komisyonu anayasa toplantıları yaparak arama konferansları yoluyla talepler topladı. Meclis bireysel talepleri, kurumsal talepleri topladı. Anayasa yazım komisyonu şuanda o taslağı yazan komisyon bu külliyatta Sınıflandırılmış talepler, verileri, değerlendirmeleri, endişeleri dikkate alarak orada bir tür tercüme faaliyeti yapıyor. Dolayısıyla toplumsal talepler ve ihtiyaçlar üzerinden yazım çalışmasının veri hazinesi orada duruyor.” İfadelerini kullandı.

NEDEN YENİ BİR ANAYASA?

Neden yeni bir anayasa? Sorusunda karşı söylenmedik lafın neredeyse kalmadığının altını çizen Av. Uçum, “Bu konuyu farklı açıdan ele alırsak bu söylenenleri de toplayacak bir sonuca varırız. Toplumların gelişmesi, değişimin engele takılmaksızın devam edebilmesi için bir takım kurallara ihtiyaç var. Yani toplumsal kurallar tek başına değişimi güvence altına almaya yetmiyor. O yüzden hukuksal kurallara ve yapılara ihtiyaç var. Bu nedenle de toplumlar devletler üretmiştir. Ve onun teşkilinde bir hukuk oluşmuştur. Türkiye’ye baktığımızda Türkiye emperyalist işgal aşamasından sonra bir kurtuluş şaması yaşadı. O kurtuluş dönemi ciddi bir biçimde kapsayıcı bir felsefeye dayanıyor. Bu kurtuluş felsefesi esas itibariyle Anadolu’nun tüm kimliklerini, Anadolu’nun bütün değerlerini kapsayan bir felsefeydi. Ama o günün koşulları, dünyanın içinde bulunduğu durumda, Avrupa’nın içinde bulunduğu durumda Türkiye bir tercih yapmak zoruna kaldı. 1924 yılında ulus devlet projesi üzerinden dışlayıcı bir kuruluş yaşamaya başladı. Kurtuluşu ne kadar kapsayıcıysa kuruluşu da o kadar dışlayıcı oldu. Ve o dışlayıcılık içerisinde devletle toplum arasında bir gerilme oluştu. Türkiye’de dindarlarla ilgili sorun inanlar ya da inanmayanlar arasında ki savaş çıktığı için ortaya çıkmadı. Alevilerle ilgili sorun, aleviler ve suniler arasında kavga olduğu için ortaya çıkmadı. Kürtlerle ilgili sorun Türklerle Kürtler birbirine girdiği için ortaya çıkmadı. Azınlıklarla ilgili sorun çoğunluk azınlıkla çatıştığı için çıkmadı. Sosyal adalet sorunları gerçekten sınıf savaşları sebebiyle ortaya çıkmadı. Türkiye’de tüm bu sorunlar devletle toplum arasında ki çatışmadan çıktı. Kuruluş felsefesi dışlayıcı olunca inanç değerlerini dışladı, etnik kimlik değerlerini dışladı, dinsel değerleri dışladı. Bu dışlayıcılık toplumda gerilim yarattı. Dolayısıyla devletin o yapısı o kurumları ve kuralları toplumla arasında giderek yoğunlaşan bir çelişki yaratmaya başladı. Ve Türkiye’de temel çelişki ne toplumlar arasında ki çelişki oldu ne sosyal kesimler arasında ki çelişki oldu. Türkiye’de temel çelişki devletle toplum arasında oldu. Fakat bu toplum daha 1924’ten itibaren devletin bu sınırlayıcılarına karşı hamleler yapmaya çalıştı. Mesela 1924 yılında Terakki Perver kuruldu. Terakki Perver aha fazla özgürlük, yerinden yönetimlerin güçlendirilmesi, değerlere saygı dediği için 8 ay içinde yok edildi. Yıl 1930. Serbest Fırka diye yeni bir parti kuruluyor. O da Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla kuruluyor. Ona rağmen o bürokratik elit, o bürokratik oligarşi halk serbest fırkaya yönelince onu da bir gecede bitiriyor. Halk deneme yapıyor. Devletle kendi arasında ki ilişki rahatlatabilecek imkân görünce o imkânı kullanmaya çalışıyor. Sonra demokrat parti dönemi. Demokrat parti tek bir sözle Türkiye’nin 10 yılında belirleyici oldu. Söylediği söz şuydu; ‘yeter söz milletindir’ Devletle toplum arasında ki çelişkiyi çok net görüyorum. Ezan Türkçe okunuyordu. Yani insanların inanç değerlerini de devlet kontrolünde bir devlet tasarımında dinsel inanç şeklinde yaşamaya yönelik uygulamalar yapılıyordu. Geçmişte bir dönem kafatası ölçümleri dahi yapılıyordu. Demokrat parti ‘yeter söz milletindir’ Dediğinde bu ülkede 1 yıl topluma nefes aldıran pratikler ortaya koydu. Ama darbelerle kesilen süreç Demokrat partiyle birlikte başladı. Bu ülkede başbakan ve bakanları astılar. Ama halk denemeden vazgeçmiyor. 61 anayasasına kabul oyu verdi. Ama hemen peşi sıra CHP’yi değil Adalet partisini destekledi. Adalet partisinden aradığını çok bulmadı. Ama halk aramaya devam ediyor. 71 muhtırasından sonra bu sefer halk için siyaset yapacağım diye Ecevit üzerinden bir hamle yapıldı. Orada da istediği değişimi sağlayamadı. Ama yine toplum devletle ilişkisini rahatlatmak, kendisiyle devlet arasında ki çelişkiyi çözmek, bu dışlayıcılığı ortadan kaldırmak, daha kapsayıcı, daha özgürlükçü bir devlet pratiğine ulaşmak için bu denemelerden vazgeçmedi. 1982 anayasasını yüzde 93 oyla kabul etti. Ama üç ay sonra yapılan seçimlerde darbecilerin kefil olduğu partiyi sandığa gömdü. Anavatan partisini getirdi. Bu toplumu, Türkiye toplumunu, Türkiye milletini doğru kavramayanlar, o zaman bizde geç insanlar olarak çok doğru kavrayamıyorduk. Biz anayasaya hayır diyorduk. Sebebi de son derece basit. O anayasaya kabul oyu vermezse darbecilerin gidip gitmeyeceklerinden emin değil. Çünkü darbeciler şu şartla gelmiş. Bu anayasa kabul edilirse seçim yapılacak. Ve Özal ile beraber bu halk devletle ilişkisine yeni bir alan açtı. Ekonomide bir alan açtı. Tabi yetmedi. Bu eski devlet yapısı, o bürokratik yapı, o halk karşıtı devlet yapısı Özal’ın şüpheli ölümü ile birlikte süreçte yeniden egemen oldu. Ama halk denemeye devam ediyordu. Sonra Refah Partisi, Doğru Yol Partisi koalisyonu 1997’ye kadar da böyle bir deneme yapıldı. Orada da 28 Şubat darbesiyle zorla istifa edilerek bu ülkenin başbakanı o süreç kesintiye uğradı. Ve 28 Şubattan sonra bir general kalkıp dedi ki bin yıl devam edecek bir düzen kurdu. Ama enteresan biçimde onarlın halkı tanımadığı gözüküyor. Daha 5 yıl olmadı. 4 yıl geçtikten sonra bir parti çıktı. Halk bu sefer o parti üzerinden, o lider üzerinden deneme yaptı. Ak Partinin ilk seçimi denemedir.” Diye konuştu.

TÜRKİYE YENİ ANAYASA İSTİYOR!

Türkiye’nin seçim stratejisi ve halkın nabzına bakıldığında arayışın da yeni anayasa olduğunu anlamanın mümkün olacağına dikkat çeken Uçum, son olarak şunları söyledi: “Eğer Ak Parti 2002’de seçildikten sonra halkın talepleri üzerinden siyaset üretmeyi başaramasaydı bu halk başka arayışlara girerdi. Ve Ak Partiyle beraber bu denmesinin tuttuğunu gördü. Ondan sonra toplam 11 seçimde de Ak Parti tercihine oy verdi. Ama oy verirken çok ilginç bir özellik var. 5tane genel seçim, 3 tane yerel seçim, 1 cumhurbaşkanlığı seçimi, 2 tane anayasa referandumu toplam 11. bu 11 seçimden Türkiye’de ki her 5 seçmenden 4’ü bir kere Erdoğan’ın tercihine oy vermiş. Yani yüzde 80’e ulaşan bir siyaset dili üretmek, bu çok ilginç bir yaklaşım. Dünyanın hiçbir yerinde bu denli geniş yelpazeye hitap eden bir siyasi dil, bir siyasi strateji bulmak pek mümkün değildir. Cem Boyner bile ben Ak Partiye iki kere oy verdim dedi. Neden? Pozitif siyaset talebine halkın yanıt vermeye çalıştığı için. Ak Parti bir yalpaladı 7 Haziranda. 7 Haziran öncesi biraz kibirlendi. Biraz üstenci bir dil kullanmaya başladı, biraz yerel siyasetin etkisi altında kaldı. Aynı insanlar. Ama 7 Haziran 1 kasın arasında ki süreci gördüğünde de 1 kazımda getirdi yüzde 50 ile yeniden hükümet yaptı. Şu 7 Haziran 1 Kasım arasında ki meseleyi hiçbir siyaset bilimci tam olarak kavrayamaz ve açıklayamaz. Bu Anadolu insanının irfan ve ferasetiyle ilgilidir, bu Anadolu insanının sorun çözme becerisiyle ilgilidir. Anadolu insanının toplumsal bilgisi yetersiz olabilir. Batılı bilgileri yetersiz olabilir. Tek tek konuştuğunuz da çeşitli sıkıntılarla karşılaşabilirsiniz. Kimse birbirini de beğenmeyebilir. Ama kimse Anadolu insanının toplumsal bilincini küçümsemesin. Dünyanın bir tek toplumu var. O da Türkiye toplumu Anadolu toplumu. Toplumsal bilgisi az bilgiyle çok büyük işler başaran bir toplum. Sorun çözme becerisi son derece yüksek bir toplum. Peki, niye bu böyle? Anadolu insanı sorunlarını çatışma yoluyla çözmüyor, ayaklanma yoluyla çözmüyor, kavga yoluyla çözmüyor. Anadolu insanı sorunlarını meşru yollarla çözmeye çalışıyor. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Anadolu insanının elinde ne vardı? Bir tek oyu vardı. Bu oyuyla, kendini korumaya çalıştı, bu oyuyla hamle yapmaya çalıştı. Ve Türkiye toplumu geldiğimiz noktada 1kasımdan sonra aldığı tutumla şunu bekliyor. Artık bu şekilde güvencesiz bir ortamda yaşamak istemiyorum. Neden 7 Haziran ile 1 Kasım arasında yüzde 9’lık bir fark ortaya çıktı. Çünkü 7 Haziran sonuçları üzerinden hiçbir güvencesinin olmayacağı bir ortama girdiğini gördü. Bu güvence sadece ekonomik güvence değil. Bu güvence ihtiyaca aynı zamanda hukuksal güvencedir. Şu anlattığım tarihe baktığınızda devletle toplum arasında ki bu çelişkinin mutlak suretle çözülmesi gerekiyor. Türkiye toplumu bu çelişkiyi darbe yaparak çözmeyeceğine göre, ayaklanarak çözmeyeceğine göre nasıl çözecek? Demokratik siyaset yoluyla çözecek. Hangi araçla çözecek? Hukuk yoluyla çözecek. Çünkü günümüzde demokratikleşmenin en büyük aracı hukuktur. İşte bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin yeni anayasa isteği ya da başkanlık sistemi ihtiyacı aslında özetle milletin yeni bir sistem ihtiyacıdır. Milletin devleti yeniden yapılandırma ihtiyacıdır. Şunu sorabilirsiniz. 14 yıl içerisinde Ak Parti 12 tane seçim kazandı. Birçok alanda da temizlik yaptı. Neyi yapamıyor da sistem değişikliği istiyor? Burada ki meselede bu zaten. Ak Partinin son 14 yıllık döneminde devletin içinde bir demokratik merkez oluştu. Mesela cumhurbaşkanı pozisyonunda halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanı var. Mecliste demokratik siyaset yapaya çalışan partiler var. İdari bürokrasi içerisinde gerçekten namuslu, halk için pratik üretmeye çalışan bürokratlar var. Yargıda vicdanlı, namuslu, hâkimler, savcılar, avukatlar var. Ak Parti ve Ak Partinin döneminde devlet içinde demokratik merkez oluştu. Ama bu devlet halen daha antidemokratik bir devlettir.”

“Konferans sonunda Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Av. Mehmet Uçum, katılımcıların yeni anayasa ve başkanlık sistemi ile ilgili sorularını cevapladı. Uçum, özellikle üniversite öğrencilerinin sorduğu soruları tek tek cevaplayarak, öğrencilere sorularından dolayı teşekkür etti.

Programın sonunda Kafkas Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sami Özcan, Uçum’a çiçek takdim ederek, çeşitli hediyeler verdi. Uçum, katılımcılarla hatıra fotoğrafı çektirmesi sonrasında program sona erdi.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.