1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. Türkeş Ülkeyi Gözeten Bir Tavır Aldı
Türkeş Ülkeyi Gözeten Bir Tavır Aldı

Türkeş Ülkeyi Gözeten Bir Tavır Aldı

Uçum: Tuğrul Türkeş Ülkeyi Gözeten Bir Tavır Aldı...

A+A-

Türk milliyetçiliği üzerinden siyaset yapanlar içinde bulunduğumuz koşullarda aslında Türkiye toplumunun tamamını gözeten bir tutum almayı tercih etmediler.

Ne yazık ki 7 Haziran’dan sonra Meclis Başkanı seçimi haricinde MHP’nin tutumu Türkiye’yi gözeten bir tutum değil, kendi dar parti çıkarlarını öne koyan bir tavır oldu.

Tuğrul Türkeş’in seçim hükümetinde görev almayı kabul etmesi ise esas itibariyle Türkiye’yi gözeten siyaset yapanların aslında nasıl bir yaklaşım içinde olmaları gerektiğini ortaya koyan bir tutumdur.

Türkiye’de artık milliyetçi bir yaklaşımın etkin olması isteniyorsa, bunun mutlak surette sosyolojik milliyetçilik olması gerekiyor. Yani Türkiye’nin bütününü, Türkiye’deki bütün kimlikleri gözeten, ülkedeki bütün kimlikler üzerinden bir millet anlayışı geliştiren bir yaklaşım olması gerekiyor. Tuğrul Türkeş’in seçim hükümetinde görev almayı kabul etmesi bu yönde atılmış tarihi bir adımdır.

Tuğrul Türkeş’in bu kabulünün kişisel durumuyla ilgili olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine ülkenin içinde bulunduğu koşullarda birlikte davranma iradesine uygun bir tutum olarak görüyorum.

Tuğrul Türkeş’in bu tutumunun Türk milliyetçiliği bakımından bir açılım olduğunu düşünüyorum. Yani 20. Yüzyıldaki etnik ve dar kimlik esaslı milliyetçi yaklaşımların 21. Yüzyılda geçersizleştiğini gösteren bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.

Tuğrul Türkeş’in babası Alparslan Türkeş’in özellikle son dönemlerinde Türkiye’de yürüttüğü sosyolojik milliyetçi anlayışına uygun bir şekilde davranmıştır.

Şöyle düşünün Tuğrul Türkeş’in bu tutumuyla ortaya çıkacak sonuç nedir? Türkiye toplumunun tüm kesimleri bakımında rahatlatıcı bir sonuç oluşmuştur. Yani bireyden bağımsız olarak düşünmek gerekir.

Bu hükümette kimler yer alacak? HDP’liler önce yer almayacağız, sonra isimleri biz belirleyeceğiz, sonra da hangi isim olursa yer alacağız, dediler. AK Partililer yer alıyor, MHP’ye de teklif edilen isimler arasında Tuğrul Türkeş yer alıyor. Eski Büyük Birlik Partisi başkanı Yalçın Topçu da var. Türkiye sosyolojisi açısından bakıldığında, etnik Kürt siyasetini temsil eden bir parti, Türk milliyetçiliği üzerinden siyaset yapan bir parti, muhafazakâr milliyetçiliği temsil eden temsil eden bir parti ve Türkiye’nin merkez siyasi Partisi AK Parti bağlantılı isimlerin yer aldığı bir seçim hükümeti oluştu. Bu yönden Türkiye toplumunu rahatlatacak bir sonuç ortaya çıktı.

Devlet Bahçeli’nin Tuğrul Türkeş’i mirasyedi olarak itham etmesi, bir siyasi hesabın gereğidir. Bana kalırsa mirasyedi Devlet Bahçeli’nin kendisidir. Alparslan Türkeş, 1960’lı yıllardan itibaren Türk Milliyetçiliği akımının önderliğini yapmış ve son yıllarında, Kürt sorunu, Ermeni sorunu gibi klasik demokrasi sorunlarımız açısından çok pozitif yaklaşımlar ortaya koymuştur. Ayrıca, başkanlık sisteminin güçlü savunucularından biridir. Oysa Devlet Bahçeli, Alparslan Türkeş’ten sonra aldığı o geleneği o vizyonu o yaklaşıma uygun olarak geliştirmeyip tam tersine Türk Milliyetçiliğini son derecede daraltılmış bir noktada tutmuştur. 7 Haziran’dan sonra Meclis Başkanlığı seçimindeki yaklaşımı hariç, Türkiye’nin önünü açacak bir tutum ortaya koymamıştır çünkü parti siyasetini ülke siyasetinin üstünde tutmuştur.

Alparslan Türkeş’in döneminde de Türk milliyetçiliğine dayalı oylar, %10 – 15 arasında gidip geliyordu. Devlet Bahçeli döneminde bu oran değişti mi? Hayır, hatta 2002 seçimlerinden önce koalisyon ortağı olan Devlet Bahçeli, 2002 seçimlerinde barajın altında kaldı. Bu gerilemeye sebep olan Devlet Bahçeli’dir, eğer Türkeş’in çizgisini geliştirecek bir imkân varsa, bunu Tuğrul Türkeş seçim hükümetine girmeyi kabul ederek ortaya koydu. Yani mirasyedi olan Devlet Bahçeli’dir. Alparslan Türkeş’in vizyonunu geliştirmeye çalışan ise Tuğrul Türkeş’tir.

Keşke MHP bütün organizasyonuyla Alparslan Türkeş’in vizyonunu geliştirecek, etnik milliyetçilikten sosyolojik milliyetçiliğe geçirebilecek bir çabayı gösterebilseydi. Tuğrul Türkeş’in bugünkü tavrı, sosyolojik milliyetçiliğe geçme bakımından önemli bir imkân açıyor. Bence Alparslan Türkeş geleneği, bu fırsatı değerlendirebilir.

Tuğrul Türkeş’in bu kabulüne karşı MHP’nin ihraç talebiyle işlem yapması ise mevcut anayasal kurallar, siyasi partiler kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde kesinlikle hukuka aykırıdır.  Eğer MHP, bu ihraç işlemini gerçekleştirirse eminim ki, yargı bu ihracın hukuka aykırı olduğu sonucuna varır. Sanırım, MHP ihraç kararı verirse, Sayın Tuğrul Türkeş de dava açacaktır. Bu davanın Sayın Türkeş’in lehine sonuçlanması çok büyük ihtimaldir.

CHP Seçkinci ve Çıkarcı Siyasetten Vazgeçmediğini Ortaya Koydu

Şu anda içinde yaşadığımız koşullar bakımından parti siyasetinin üstünde siyasal tutum almayı gerektiren bir durum var. Türkiye’nin şu anda bulunduğu durumu, Orta Doğu’yu, küresel güçlerin bölgeye yönelik operasyonlarını düşündüğünüzde, alınacak siyasal tutum, her türlü siyasal aktörün kendisini aşarak ülkeyi gözeten bir yaklaşım olması gerekiyor.

Bu zaviyeden baktığınızda, CHP de kendi dar parti çıkarlarını gözetmiş ve Türkiye’nin ihtiyacına aykırı bir yaklaşım sergilemiştir. Eğer bu geçici hükümet bütün siyasi partileri temsil eden bir hükümet olabilseydi, Türkiye, 1 Kasım seçimlerine çok daha güvenli ve çok yüksek bir mutabakatla gidebilecekti. Ama bunu yapmadılar.

AK Parti başından beri Genel Başkanımızın çabalarıyla net bir yaklaşım ortaya koydu. Parti siyasetinin üstünde ülke siyasetini gözeten bir anlayışın içinde yaklaşmalıyız, dedi. Ortaya koyduğu koalisyon çabalarında bir başarı elde edilemediğinde de meclis kararıyla seçime gidelim, dedi. Başta CHP olmak üzere, tüm partiler bu olumlu tutumlara hep negatif yanıtlar verdiler.

CHP şu konuda da halkı aldatmaya çalışıyor; CHP ile yürütülen koalisyon görüşmeleri önce koalisyon imkânlarının olup olmadığına ilişkindi. Bu imkanın olmadığı anlaşıldıktan sonra CHP kendisine önerilen reform hükümeti teklifini reddetti. Bu teklif ülkeyi meclis kararıyla seçime götürecek ve gerekirse çeşitli yasal düzenlemeleri de yapabilecek kısa süreli bir reform hükümeti teklifiydi. Oysa CHP, “bize koalisyon teklifi yapılmadı” diyerek, açıkça gerçeğe aykırı beyanda bulunuyor.

Gözüken şu ki, 1 Kasım seçimlerine gidildiğinde Türkiye Toplumu esas itibariyle Türkiye siyaseti mi parti siyaseti mi bakış açısıyla bir seçim yapacak. CHP markası olan halk karşıtı seçkinci tarzını öne çıkardı. Türkiye’nin ortak çıkarlarını gözeten bir siyaset yapmadı. CHP’den teklif götürülen kişilerin bunu reddetmesi de aslında parti siyasetine mahkûm olmalarını ve ülke siyasetini göz ardı etmelerini ortaya koyuyor.

Seçim Hükümetinin Bileşimi Farklı Siyasi Aktörlerin Birlikte Hareket Etme Umudunu Güçlendiriyor

Türkiye, seçim hükümeti deneyimini ilk kez yaşıyor. Bu hükümetin öncelikli görevi, güvenli bir biçimde ülkeyi seçime götürmektir. Güvenli bir biçimde seçime götürmek derken; devletin işleyişinde aksaklık yaratmamak, seçim ortamındaki sıkıntıları ortadan kaldırmak, topluma güven verecek bir pratik ortaya koymak anlaşılmalıdır.

Bu yanıyla baktığımızda Sayın Başbakan’ın ortaya koyduğu yaklaşım son derece kapsayıcı ve pozitif bir yaklaşımdır. Dikkat edin,  Sayın Davutoğlu, AK Parti siyasetini değil, ülke siyasetini, AK Parti ihtiyacını değil, Türkiye ihtiyacını ortaya koyan bir seçim hükümeti kurma çabası göstermiş ve bu konuda olumlu bir sonuca varmıştır.

Yani başka bir partiden seçim hükümeti kurmakla görevlendirilecek bir kişinin böyle davranması pek mümkün olmazdı. Ben seçim hükümetinde görev almayacağım diyen CHP ve MHP bana sorulmazsa seçim hükümetinde görev almayacağım diyen HDP dâhil olmak üzere hepsine yönelik olarak Sayın Başbakan, teklifler yaptı. Davutoğlu’nun yaklaşımı, AK Parti’nin seçime yönelik bir hesabının ötesinde Türkiye’nin ihtiyacına uygun, ülkeyi rahatlatabilecek, hele bu terör ve şiddet koşullarında, güvensizliğin yayıldığı ortamda, Türkiye’yi rahatlatacak bir sonuç ortaya koydu. Davutoğlu’nun bu yaklaşımının isabetli olduğu, seçim hükümetinin son derece çeşitli ve kapsayıcı olmasıyla ortaya çıktı.

Bana göre, 1 Kasım seçimlerinde Türkiye Toplumu siyasi istikrarı tercih ederek AK Parti’yi 5 ay aradan sonra güçlü bir biçimde yeniden tek parti hükümeti yapacaktır.  Bununla birlikte düşük bir ihtimal de olsa 1 Kasım seçimlerinde sonra parlamento aritmetiği yine değişmezse; seçim hükümeti pratiği gösteriyor ki, siyasal aktörlerin bir arada hareket etme umudu güçleniyor.

Yaşadığımız koşullarda Türkiye’nin temel ihtiyacı da parti siyasetlerini aşan Türkiye’nin demokratik bütünlüğünü gözeten bir siyasal yaklaşım ortaya koymaktır.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.