1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. TURKAV, Hocalı şehitlerini andı
TURKAV, Hocalı şehitlerini andı

TURKAV, Hocalı şehitlerini andı

Türkiye Kamu Çalışanları Vakfı ( TÜRKAV ) Kars Şubesinin Dolunay Derneği’nin katkılarıyla hazırladığı Hocalı Soykırımının 23.yılında nedeniyle

A+A-

‘‘ Engelliler Gözüyle Hocalı Katliamı ‘‘ anma programı 28 Şubat Cumartesi günü Halk Eğitim Merkezi Çok Amaçlı salonunda gerçekleştirildi.

Gecenin sunumunu Kars Kafkas Radyosu radyo programcısı Fikret Kepenekçi’nin yaptığı anma gecesine Kars Belediye Başkan Yardımcısı Yakup Yıldız’ın yanı sıra  Azerbaycan Kars Başkonsolos Yardımcısı Ramim Yusufov, Ülkü Ocakları Kars İl Başkanı Tolga Adıgüzel, Türkiye Kamu-Sen Sendikası Kars İl Başkanı ve Türk Eğitim-Sen Kars Şube Başkanı Fahrettin Şimşekler, Türk Haber-Sen Kars Şube Başkanı Kemal Erginbay, STK temsilcileri, Kafkas Üniversitesi Öğretim üyeleri ve vatandaşlar katıldı.

Saygı duruşu ve her iki Ülkenin Milli Marşlarının okunmasının ardından İlahiyat fakültesi Öğrencilerinden Kemal Avunca tarafından Hocalı şehitleri için Kuranı kerim tilaveti okundu.daha sonra programın açılış konuşmasını yapmak üzere kürsüye gelen Türkiye Kamu Çalışanları Kars İl Başkanı Murat Şanlı Mehmet Akif Ersoy’dan bir beyit okuyarak kısa bir konuşma yaptı.

Şanlı konuşmasında şu ifadelere yer verdi;

“İnsanlık tarihinin sözde en medeni devirlerinin yaşandığı bir çağda;

Hocalı’da, dünyanın gözleri önünde insanlık dışı bir katliam yaşanmıştır.

Yaşanan bu vahşet yirminci asrı Türk’e acı, ızdırap ve dert olarak hatırlatacak, dünya döndükçe hafızalarımızdan silinmeyecektir.

Kana susamış, insanlıktan çıkmış Ermeniler, Rus ordusunun destek ve himayesiyle 1992 yılının, 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gecesinde, Hocalı’da açıkça bir katliam yapmışlardır. Uluslararası hukukta ismine "soykırım" denilen bu katliamda 83’ü çocuk, 106’sı kadın, 70’i yaşlı olmak üzere 613 kişi hunharca katledilmiş, maalesef dünya bu katliama sessiz kalmıştır.

Ne acıdır ki; benliklerinden utanan, tarihi gerçeklere aykırı olarak Ermeniler’den özür dileyen memleketimin sözde aydınları, Hocalı’da şahadet şerbeti içenlerin, karnı deşilen anaların, masum balaların feryatlarını duymak istememişlerdir.İnsan hakları adına Ermeni tezlerini dillendirenler; Hocalı’da, dünyanın gözleri önünde yaşanan bu vahşeti ağızlarına dahi almamışlardır.

Mağdur olan başka bir millet olunca, sesleri pek  gür çıkan sözüm ona bu insan hakları savunucuları, mağdur Türk milleti olduğunda üç maymunu oynamayı tercih etmişlerdir.              Hiç şüphesiz soykırımcı ve işgalci Ermenistan’la dostluk, kardeşlik türküleri söyleyenlerin ellerine,

I. Dünya Savaşı’nda Ermeni çetecilerinin katlettiği insanımızın, ASALA terör örgütünün katlettiği diplomatlarımızın, Hocalı’da soykırıma uğrayan soydaşlarımızın kanları bulaşmıştır.

İnsanlık  tarihinin  her döneminde hoşgörü ve adaleti şiar edinen  milletimiz yapmadığı bir şey için suçlanırken, Hocalı’da acımasız bir katliama maruz bırakılan Azerbaycanlı soydaşlarımıza uygulanan insanlık dışı bu vahşet  görmezden gelinmiştir.

Milletinin sevdasını sinesinden hiçbir zaman çıkarmayan, dünyanın neresinde bir Türk varsa, onun derdiyle hemdert olup sevinciyle mutlu olan bu asil millet Türk’ün üzerine oynanmak istenen sinsi oyunların ve tezgâhların şuurundadır. 6.Yüz yıl  İslama Sancaktarlık etmiş bu asil millet  mazisinden aldığı feyzle, Türk’ün kuracağı  adalet ve hoşgörü dünyasına doğru ve emin adımlarla ilerlemeye devam edecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle Tarihin her döneminde ismi vahşetle anılan Ermenileri yaptıkları bu son soykırımdan dolayı şiddet ve nefretle kınıyorum.

Türkiye Kamu Çalışanları Vakfı olarak  Hocalı’şehitlerini rahmet ve minnetle anıyor,başta Azerbaycanlı Kardeşlerimiz olmak üzere Türk Dünyası’na bir kez daha başsağlığı diliyoruz.”

Şanlı’nın konuşmasının ardından programa konuşmacı olarak katılan Kafkas Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hacali Necefoğlu, Hocalı Katlima’nın ardında yatan gerçekler ve Ermeni vahşetinin dünü bu gününü anlatan geniş kapsamlı bir konuşma yaptı.

Necefoğlu konuşmasında şu ifadelere yer verdi:

“Konuşmama bu anma programını organize eden TÜRKAV Kars İl Başkanlığına teşekkürlerimle başlıyor ve program iştirakçilerini selamlıyorum. Ermenilerin soykırım iddiaları ile etkin mücadele için son 200 yılda Kafkasların siyasi tarihinin bilinmesi ve bu süreçte Ermeni faktörünün iyi analiz edilmesi gerektiğini düşünüyorum. XVII. yüzyıla doğru Azerbaycan bölgesinde Türk milli birliğinin sağlanamaması, bu topraklarda birçok bağımsız veya yarı bağımsız devlet oluşumlarının, Hanlıkların meydana çıkmasına sebep oldu.

Bunların sayısı 18 idi. Azerbaycan’ın Kuzeyinde, merkezi Tahran’da bulunan Türk Hanedanı Kaçarlar’dan bağımsız olmaya çalışan Bakü, Karabağ, Kuba, Şamahı, Şeki, İrevan, Nahçıvan ve Lenkeran Hanlıkları, o zaman Kafkasya’ya doğru genişlemeye başlayan Rus İmparatorluğunun hedefine dönüştü. 1723 yılında Bakü’yü geçici işgal etmeğe muvaffak olan Deli Petro amaçlarına ulaşmak için “...ne pahasına olursa olsun, Gilan, Mazandaran, Bakü ve Derbent’te Ermenilerin ve Hıristiyanların yerleştirilmesi” gerektiğini söylüyordu.

1768 yılında II. Katerina Ermenileri himayesine aldığını ilan eden bir Ferman imzaladı. 1802 yılında ise Rus Çarı I. Aleksandr N. D. Sisyanov’a gönderdiği yazıda şunları talep ediyordu: “Ne pahasına olursa olsun, Ermeniler Azerbaycan’ın bu veya diğer Hanlıklarında kullanılmalıdırlar”. Rusya’nın yayılmacı politikalarına alet olan Ermeniler, “Büyük Ermenistan” devleti kurmak fikrini yaşatmak ve hayata geçirmek için fırsat bulunca Rusları kullanmaktan çekinmediler. XIX. yüzyılın birinci yarısında Rusya ile Kaçarlar arasında süren iki savaş (1804 – 1813 ve 1826 –1828) sonrası yapılan Gülistan (12.10.1813) ve Türkmençay (10.02.1828) Antlaşmaları Azerbaycan Türk halkının faciasının başlangıcı oldu. Azerbaycan halkı ve toprağı ikiye bölündü. Kuzeyi Rusya’ya ilhak edildi, Güneyi ise, yüzyıllardır Türk Hanedanlarının egemen olmasına rağmen İran devletinin sınırları içinde kaldı.

Türkmençay Antlaşmasından hemen sonra Çar I. Nikolay 21 Mart 1828 tarihli Fermanla İrevan ve Nahçıvan Hanlıklarını lağvederek, onların topraklarında “Ermeni Vilayeti” kurduğunu ilan etti. 7331 Türk’ün ve 2369 Ermeni’nin yaşadığı İrevan (Erivan) şehri bu vilayetin merkezi oldu. Devamında Türkmençay Antlaşmasının 15. maddesi gereği, İran’dan Ermeniler kitle halinde getirilerek İrevan, Nahçıvan ve Karabağ’a, Türklerin yaşadıkları topraklara yerleştirildiler. Tarihi belgeler 1829-1830 yılları arasında 40.000 İran ve 84.600 Osmanlı Ermeni’sinin adı geçen üç bölgeye yerleştirildiklerini göstermektedir.

Bugün Ermenistan olarak adlandırılan Kuzey-Batı Azerbaycan’da* XIX. yüzyılda Türk nüfusunun Ermeni nüfusundan daha fazla olduğuna Rus kaynakları da tanıklık ediyor. XIX. Yüzyılın ilk çeyreğinde Türk nüfusun Ermeni nüfusuna oranı 3: 1 idi. “Kafkas Takvimi”ne göre 1886 yılında Gence Sancağı Zengezur Kazası’nın 326 köyünün 154’ü (%47.2) Türk, 91’i (% 27.9) Kürt ve yalnız 81’i (%24.8) Ermeni köyü idi. XIX. Yüzyılın sonlarında Kuzey-Batı Azerbaycan’da var olan 2.310 yerleşim biriminden 2000’inde Türklerin meskun olduklarını Ermeni kaynakları bile tasdik ediyor. XX. yüzyılın başında İrevan şehrinde 99.000 nüfusun 62.600’ü Türk (%63.2), 36 400’ü (%36.8) Ermeni olduğu bilinmektedir. Erivan Vilayetinin Eçmiadzin, Yeni Bayazıt ve Sürmeli kazalarının toplam nüfusunun 2/3’ü Türk (Azeri) idi. 1897’de Rusya’da yapılan ilk nüfus sayımına göre İrevan vilayetinde 313.178 Türk yaşıyordu. Bundan rahatsız olan Ermeniler bu durumu değiştirmek için XX. yüzyılda Azerbaycan halkına karşı aşamalı etnik temizlik ve soykırım siyaseti yürütmeye başladılar.

1905 – 1907 yıllarında Rusya’daki Devrim’den faydalanan Ermeniler Azerbaycan’da planlı şekilde Türk kıyımına başladılar. Bakü, Şuşa, Zengezur, İrevan, Cavanşir, Kazak bölgelerinde Türkler görülmemiş vahşiliklere maruz kaldılar. 1905 – 1906 yıllarında İrevan ve Gence vilayetlerinde 200, Şuşa, Cebrayıl ve Zengezur kazalarında 75 Türk köyü Ermenilerce dağıtılarak, ahalisi yok edildi. * Son yıllar Azerbaycan Siyaset ve Tarih lteratüründe bu bölge için “Garbi (Batı) Azerbaycan” terimi kullanılmaktadır. “Şimal-Garbi (Kuzey-Batı) Azerbaycan” teriminin bilimsel açıdan daha doğru olduğu kanısındayım. Birinci Dünya Savaşı’ndan, 1917 yılı Şubat ve Ekim Devrimlerinden sonra Rusya’daki durumu fırsat bilen Ermeniler kendi amellerine ulaşmak için bu sefer Bolşevizm ideolojisini kullanmaya başladılar.”

Bakü’de hâkimiyeti ele geçiren, başlarında Stepan Şaumyan’ın bulunduğu çoğunluğu Ermeni olan Bolşevikler “karşıdevrimcilerle mücadele” şiarı altında 1918 yılının Mart – Nisan aylarında tüm Bakü vilayetinde Türkleri yok etme planını hayata geçirmeye başladılar. On binlerce Türk, Türk olduğu için katledildi. Evler, içindeki Türklerle birlikte ateşe verildi. Türklere ait her şey, milli mimarlık abideleri, okullar, hastaneler, camiler vs. yakılıp yıkıldı.

Bakü şehrinin büyük bir kısmı harabeye çevrildi. 1918 yılının Mart – Nisan aylarında silahlı Ermeni birlikleri Bakü, Şamahı, Kuba’da, Muğan ve Lenkeran’da 50 binden fazla Türk’ü öldürdüler. 12. 000’i merkezinde olmakla sadece Bakü kazasında 30.000 Türk vahşice katledildi. Şamahı kazasındaki 58 köy yok edildi. 1.653’ü kadın, 965’i çocuk olmak üzere, 7.000’e yakın insan öldürüldü. Kuba kazasında 122 Müslüman köyü yüzlerle Türk ve Lezgi ahalisi yerle bir edildi. Karabağ’da 150, Zengezur’da 115, İrevan Vilayetinde 211, Kars Vilayetinde 92 köy darmadağın edildi.

İrevan ve çevresindeki 88 Türk köyünde 1920 evin yakıldığı ve 131 bin 970 kişinin öldürüldüğünü Ermeni kaynaklarından öğreniyoruz.[“Aşkhadavor” (“Emekçi”) gazetesi, 231, 2 Kasım 1919)]. 28 Mayıs 1918 tarihinde Azerbaycan Halk Cumhuriyeti ilan edildiği gün Ermeniler Kuzey-Batı Azerbaycan topraklarında Ararat Cumhuriyeti kurdular.

İngilizlerin yardımıyla Kars ve Nahçıvan’ı da topraklarına katan bu Taşnak devletinin o zamanki nüfusu 1.510 000 idi ki bunlardan 795 000’i Ermeni (%52,6), 575 000’i Türk (%38,1), 140 000’ı diğer milletler (%9,3) idi. Taşnakların etnik temizleme siyaseti neticesinde 1920 yılında bu topraklarda 10.000 Türk kalmıştı. Z. Korkodyan’ın “Sovyet Ermenistan’ının Nüfusu.1831 –1931” adlı eserinde şöyle yazıyor: “Taşnaklardan sonra 1920 yılında Sovyet Ermenistan’ında Türk nüfusu 10 binden bir az fazla idi. 1922 yılında 60.000 kaçkının geri dönmesi ile Türklerin sayı 72 bin 596 oldu.” 1920 yılının baharında Bolşeviklerle anlaşan Ermeniler Zengezur ve Karabağ’a saldırdılar.

Azerbaycan Ordusu’nun Karabağ’da savaşta olmasını fırsat bilen Rus Bolşevikleri yerli işbirlikçilerle birlikte Milli Hükümeti yıkarak, Azerbaycan’ı Sovyetleştirdiler. Akabinde Ermenistan da Sovyetleşti ve Bolşevikler 9.800 km2 toprağı olan Zengezur ve Nahçıvan’ı Ermenilere peşkeş çektiler. Sonradan Kar Mukavelesi ile Nahçıvan Azerbaycan’a iade edilse de, Zengezur Ermenilerin elinde kalarak Nahçıvan’ın Azerbaycan’dan fiziki olarak ayrı kalmasına sebep oldu. Sovyet döneminde de Ermenistan SSC topraklarında soydaşlarımız takip edilerek, toplu şekilde göçe zorlanıyorlardı.

1941-1945 Sovyet – Alman savaşından hemen sonra yurt dışında yaşayan Ermeniler, Ermenistan’a göçmeğe başladılar. 1946 yılında Suriye, Yunanistan, Lübnan, İran, Bulgaristan ve Romanya’dan 50.900, 1947’de Filistin, Suriye, Fransa, ABD, Yunanistan, Mısır, Irak ve Lübnan’dan 35.400 Ermeni Ermenistan’a getirildi.

Bunu bahane eden dönemin Ermenistan Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri G. Arutyunov Ermenistan’da yaşayan Türkleri Azerbaycan’ın pamuk üretim bölgelerine göçürülmesi teklifi ile Moskova’ya müracaat etti. Bu teklif Y.Stalin Tarafından kabul gördü ve 1948 –1952 yılları arasında 100.000’den fazla Türk ata yurtlarından alınarak Azerbaycan SSC’ne göç ettirildi.

1948 yılında göç ettirilen 8.110 aileden yalnız 4.878 aileye ev temin edilmişti. İklim şartları farklı olduğundan göçmenlerin çoğu geldikleri yerlerde hayatlarını kaybettiler. Şunu da söyleyelim ki, 1948 yılında yabancı ülkelerden Ermenistan’a yalnız 10.000 Ermeni geldi. Türklerin terk ettirildiği 476 koy boş kaldı. 1922 yılında günümüz Ermenistan topraklarında 1.300 Türk köyü varken, 1988 yılında son Türkler çıkarılmadan önce Ermenistan’da 210 Türk köyü kalmıştı. 1935 – 1989 yılları arasında bu arazilerde 750 Türkçe coğrafi isim değiştirilerek Ermenileştirildi.

Stalin’in ölümüyle bu göç durdu. Göç ettirilenlerden bazıları geri dönseler de Ermeni şovenizmi baskısı altında yaşamaya mecbur kaldılar. 1965 yılında “Ermeni Soykırımı”nın 50. yılı etkinlikleri ile Ermenistan’da Anti-Türk, Anti-Azerbaycan ruhu yükselişe geçti.

Azerbaycan’da ise Sovyetlerin enternasyonal propagandası en yüksek seviyede ulaşıp, “halkların kardeşliği” şarkıları söylettiriliyordu. “Perestroyka” ve “glastnostu” fırsat bilen Ermeniler 1988 yılında Karabağ’ı Azerbaycan’dan koparma planını hayata geçirmeye başladılar. Karabağ’daki faaliyetleri ile beraber Ermenistan’daki Türklere karşı tehdit, katliam eylemlerini gerçekleştirdiler. “Türksüz Ermenistan” sloganını hayata geçirdikten sonra Karabağ’ın işgaline muvaffak oldular. Azerbaycan’la savaş halinde olan Ermenistan dünya kamuoyunu ve Türkiye’yi de esassız soykırım iddiaları ile meşgul etmektedir.

Maalesef, Ermenistan’a işgalci demekten çekinen dünya devletleri Türkiye’yi soykırımcı olarak suçlamakta hiç tereddüt etmiyorlar. 24 Nisan tarihi her sene tehdit unsuru olarak Türkiye aleyhine kullanılmaktadır. Sözde Ermeni soykırımı ile ilgili 24 Nisan tarihinin devamlı tehdit unsuru olarak kullanılmasını önlemek için Türkiye savunma mevkiini zaman kaybetmeden terk etmeli.

Elde olan belgelerle, yurt dışındaki Türkiye ve Azerbaycan ve diğer Türk soylu ülkelerin diasporasını da teşkilatlandırarak, yılda 365 gün saldırı pozisyonuna geçmelidir. Mücadele Ermeni diasporasından daha çok, bu diasporayı kullanan ülkelere karşı yapılmalıdır.

Yüz yıl önce Osmanlı tebaası olan Ermenileri kışkırtan, silahlandıran ve organize şekilde devletine karşı ayaklandıran emperyalist devletlerin, Türk-Müslüman ahali ile Ermeniler arasında düşmanlık tohumlarını serperek her iki tarafı biri birine öldürten, Osmanlı devletini tehcir kararı almaya mecbur kılan yabancı devletlerin varislerinin bugün de Ermenistan’daki ve diaspora Ermenileri Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türklere karşı kullandıklarının bilindiği belgelerle bu devletlerin yetkililerinin yüzlerine açık şekilde vurulmalıdır.

Bu tavırlarının “dostluk” ve “ortaklık” ile bağdaşmadığı uyarısı yapılmalıdır. Bence, asıl düşman, bin yıl huzur içinde beraber yaşamış Türk ve Ermenileri biri birine düşman durumuna düşüren ve onların barışmasını engellemek için parlamentolarında “soykırım kararları” aldırtan ve bu kararların alınmasında Ermeni lobilerinin etkili olduğu yalanını yutturmaya çalışanlardır. Ermeni diasporası büyük devletlerin siyasetlerini belirleyemez.

Aksine, o devletler Ermeni diasporasını kendi siyasetleri doğrultusunda yönlendiriyorlar. Diğer deyişle, Ermeni diasporasının bulundukları ülkelerdeki devletin siyasetine aykırı kararlar aldırtma lüksüne sahip olduklarını sanmıyorum.

“Soykırımı tanıma“ kararları alınan veya alınması muhtemel ülkelerdeki hükümetlerin “parlamentoyu etkileyemiyoruz” yönündeki açıklamaları bir bahanedir. Bu hükümetler “soykırım olmadığını” bizden de iyi biliyorlar, kendi arşivlerinde yeterince belgelere de sahiptirler, ama “soykırım” tezini Türkiye’ye karşı şantaj aleti olarak kullanılmaktadır.

Son yıllarda dünyanın belli ülkelerindeki Ermeni diasporalarına karşı koyacak ve bulundukları ülke parlamento ve basın-yayın kuruluşlarını etkileyecek Türk diasporası oluşturmaya yönelik faaliyetler ümit vericidir. Yurt dışındaki Türk diasporalarının iş birliği koordinasyonunun da önemli olduğunu ifade etmek istiyorum.

Asılsız soykırım iddiaları ile mücadelede Kars Antlaşmasının 15. maddesine vurgu vurulmasının önemini kaydetmek istiyorum: “Madde 15. Bağıtlı Taraflardan her biri işbu Antlaşmanın imzalanmasından hemen sonra, Kafkas cephesindeki savaş nedeniyle işlenen cinayet ve cürümler için öteki Taraf uyrukları yararına tam bir genel af ilan etmeği yükümlenir.

” Belli olduğu gibi, Ermenistan’ın Kars Antlaşmasını şimdi tanımak istememesinin nedenlerinden biri de budur. Bu madde soykırım suçlamalarının hukuki esası olmadığını göstermektedir. Yurtdışındaki Türk diasporaları iş birliğini organize ederek asılsız soykırım iddiaları ile mücadele ederken, Ermeni lobi faaliyetlerinin Türkiye ayağının dikkatten kaçırılmaması gerektiğini düşünüyorum.

Yıllardır Kars’ta bu lobi faaliyetlerine şahit oluyoruz. Son günler bir parti başkanının Kars’a gelerek devlet hududunu ihlal ettiğini (ki bu, suçtur!) fotoğraflarla belgeleyerek, devlete meydan okurcasına “hükümet sınırı açmazsa, biz açarız” şeklinde beyanatlarda bulunması, bunun son örneğidir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milli çıkarlarına aykırı bu faaliyetlerin önlenmesinin yolları bulunmalıdır. Bu işte milli hassasiyete sahip STK’ların iş birliği yapmasının öneminin yurtdışında yapılacak çalışmalardan az olmadığını hatırlatmakla sözlerime son veriyor, Dünya Türk Forumu sürecinin Vatanımız ve Milletimiz için yararlı olacağına inanıyorum.

Necefeoğlu’nun konuşmasının ardından mikrofona Dolunay Derneği Engelliler Birim Başkanı Faruk Ocak geldi Ocak Engelliler Gözüyle Hocalı Soykırımı başlıklı sunumunu gerçekleştirdi.

Faruk Ocak misafirlere hitaben şunları söyledi;

Konuşmamın başında şunu ifade etmek isterim ki ;                                                                Engelliler, en samimi ve en kararlı savaş karşıtıdırlar ya da olmak zorundadırlar.                   Çünkü savaş onların sayısını devasa boyutlarda artırırken, sakatlığın önlenmesi ya da sakatların yaşam standartlarının yükseltilmesi için ayrılması gereken kaynakların heba olmasına yol açmaktadır.

Kıymetli misafirler;

İlk çağlardan beri engelliler, toplumun en dibine bastırılmış, en kenara itilmiş, dolayısıyla ihmal edilmiş ve unutulmuş bir kitle olduklarından savaş dönemlerinde büsbütün göz ardı edilmekte, ayakaltında kalmakta ve perişan olmaktadırlar.

Savaş insanların gözlerini kararttığı ve onları bencilleştirip vahşileştirdiği için insani yaklaşımları ve merhamet duygularını ortadan kaldırmaktadır. Oysa engellilerin mücadelesinin arkasındaki en büyük güç, kamu vicdanıdır. Savaş, pek çok şeyi olduğu gibi, kamu vicdanını da bombardıman edip öldürmekte ya da sakatlamaktadır. Bu yüzden engelliler aynı zamanda, barışın en samimi ve en kararlı savunucusudurlar ya da öyle olmak zorundadırlar.

Ülkemizin, bölgemizin ve dünyanın gerçek bir barış ortamı içerisinde bulunması, her bakımdan engellilerin yararınadır. Çünkü böyle bir ortamda, savaş için kitlesel imha silahlarına ve savaş personeline ayrılan katrilyonlar, insanlığın temel sorunlarının çözümü, refah düzeyinin yükseltilmesi ve mutluluğu için harcanacak, engelliler de bundan payını alacaklardır.

Yine koruyucu sağlık hizmetlerine, trafik ve iş kazalarının önlenmesine, yoksulluğun ve cehaletin ortadan kaldırılmasına daha çok kaynak ayrılabileceğinden engellilerin sayısı azalacak, sayıları giderek azalan engellilerin bakım, eğitim, rehabilitasyon ve istihdam sorunlarının çözümüne daha çok önem verilecek, engellilere yönelik ayrımcılık duygularının silinmesi, toplumun engelliler konusunda eğitimi ve bilinçlendirilmesi için daha yoğun çabalar gösterilebilecektir.

Engelliler her zaman kargaşalıktan, anarşiden nefret etmişlerdir.                                                   Onlar dünya düzeninin huzurundan yanadırlar. Her şeyin yerli yerinde olması, bir saat ahengi içinde işlemesi, onların yaşamlarını kolaylaştırır ve hareket yeteneklerini artırır. Evet, engelliler düzenden yanadırlar, ama insan odaklı, adil bir düzenden. Her şeyin, toplumun bütün kesimleri, tüm gereksinim grupları da hesaplanarak tasarımlandığı ve planlandığı, kaynakların buna göre tahsis edildiği, ayrımcılık kültürünün ekonomik ve toplumsal altyapısının ortadan kaldırıldığı ve ayrımcı değer yargılarının yaşamın tüm alanlarından silindiği, huzur içerisinde bir düzen.

Böyle bir düzen yurtta ve dünyada güvenli ve kalıcı bir barış ortamı yaratılırsa olanaklıdır. Engellilerin de her türlü yoksunluktan ve ayrımcılıktan uzak eşit, özgür ve mutlu bir yaşama kavuşmaları için ivedilikle “yurtta barış, dünyada barış” ülküsünün gerçekleşmesini gerekmektedir.

İşte bu bağlamda hocalıda yaşanan insanlık dışı vahşet bakmak gerektiği kanaatindeyim.   Bizler Türkiye’de yaşamlarını idame ettiren engelli vatandaşlar olarak, Ermenistan’ın yüzleşmekten kaçındığı, ancak tarihte kanlı bir sayfa olarak yerini alan Hocalı Katliamı 23. yılında da unutmadık, unutmayacağız.

Dünya döndükçe bütün zulümleri gelecek nesillere aktaracağız. Bir daha bu acılar, zulümler yaşanmasın. Gelecek nesiller Türk’ün toprağına ve namusuna göz diken hainleri bilsinler ona göre tedbirli yaşasınlar.

Ermenistan tarafından Azerbaycan Türk’üne karşı yapılan bu insanlık dışı olay insanlığın vicdanındaki yerini ve tazeliğini ilk günkü sıcaklığıyla korumaya devam edecektir.                              26 Şubat 1992 tarihinde 106’sı kadın, 83’ü çocuk olmak üzere toplam 613 Azeri kardeşimiz katledildi. Yaşlı anaların yüzleri jiletlerle doğrandığı, göğüslerine haç işaretleri çizilmiş kadınların, kafa derileri yüzülmüş gözleri oyulmuştur. Bebeklerin, acılarının arşa çıktığı Hocalı ‘da insani değerlerde katledilmiştir.

Hocalı Katliamından sonra hala kendisinden haber alınamayan insanların akibetinin ne olduğu bilinmediği gibi, Katliamından kaçan binlerce sivil kötü hava şartlarından dolayı ya şehit olmuş veya sakat kalmıştır.

Birçok insanın soğuktan kangren olan ayakları kesilmek zorunda kalmıştır. Yaşanan bu vahşetin belleklerde bıraktığı iz neticesinde insanlarda travma sonrası psikolojik sıkıntıntılar meydana gelmiş, bir çok insan akli dengesini kaybetmiştir.Bu katliamı yaşayan o günün çocukları bugün dahi yaşadıkları vahşetten kaynaklı psikolojik yardım almaya devam etmektedir.

Hocalı Katliamı, İnsan Hakları kuruluşlarınca 21.yüzyılın en büyük katliamı sayılmaktadır. Sözde soykırım iftiralarıyla Türk milletine çamur atmayı ilke edinen Ermeni çeteleri, dünyanın gözü önünde Hocalı ‘da Katliam yapmaktan geri durmamış,

Gözü dönmüş bu caniler Azeri kardeşlerimizi çocuk, kadın, yaşlı, sivil demeden Özyurtlarında vahşice katletmişlerdir. Dolunay Derneği ailesi olarak Azerbaycanlı soydaşlarımıza yapılan bu kanlı soykırımı unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız…

Bu vesileyle 20.yüzyılın ayıbı olarak tarihte yerini alan Ermeni terörünü şiddetle lanetliyor, Hocalı da şehit edilen soydaşlarımıza Cenabı Allah’tan rahmet, Azerbaycan halkına başı sağlığı diliyoruz.

Hepimiz Ermeni’yiz diye meydanları mesken tutanlara önce insan olmayı öğrenmelerini ve bütün acıların, ağıtların dilini, rengini ve olaylara birlikte tepki koymayı öğrenmelerini, insanlığın ve zulmün tarihini iyi bilmelerini tavsiye ediyoruz.

Konuşmalardan sonra Kafkas üniversitesi Öğretim Görevlilerinden Murat Akçelik’in             Ney Taksimi eşliğinde hocalı Soykırımı anlatan resimlerden oluşan slayt sunumuna geçildi. Sunum öncesi duygularını ifade eden Akçelik yaşanan bu insanlık dışı vahşeti anlatmak için sözlerin yetersiz olacağını sunumdaki resimleri görünce ney taksimi için müzik seçiminde zorlandığını söyledi.ardından ney taksimi gerçekleştiren Akçeliğin ardından Başta Azerbaycan Başkonsolosu Ayhan Süleymanlı olmak üzere Türk Azerbaycan dostluğuna katkı sunan katılımcılara plaket takdimi yapıldı.

Ayhan Süleymanlı’nın Plaketini Süleymanlı adına Azerbaycan Kars Başkonsolos Yardımcısı Ramim Yusufov aldı Yusufova plaket taktimini TÜRKAV Kars İl Başkanı Murat Şanlı yaparken Prof. Dr. Hacali Necefoğlu’nun Plaketlerini Kars Belediye Başkan Yardımcısı Yakup Yıldız yine Faruk Ocak’ın Plaketini ise Türkiye Kamu-Sen Kars İl Başkanı Fahrettin Şimşekler takdim etti. Plaket töreninin ardından Hocalı Vahşetini anlatan KAN KIRMIZI adlı Sinevizyon gösterimi yapıldı.

Şanlı, program kapanış konuşmasında anma programına katılara ve destek sunanlara  özellikle’de Ülkü Ocakları ve Kafkas Üniversitesi İdaelaist Gençlik Gurubu Başkanlığına  teşekkür etti.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.