1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. “Sarıkamış’tan Esarete”
“Sarıkamış’tan Esarete”

“Sarıkamış’tan Esarete”

Tuğgeneral Ziya Yergök’ün Anıları: “Sarıkamış’tan Esarete”

A+A-

OĞUZHAN SAYGILI

Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz değerli tarih araştırmacısı, emekli binbaşı, sahaf, merhum Sami Önal’ın daha önce yayın dünyasına kazandırmış olduğu “Saadettin Paşa’nın Anıları: Van’daki Ermeni, Kürt Olayları, 1896” isimli kitabını okuyunca çok etkilenmiştim. Sami Beyin editörlüğünün yaptığı, başlıkta ismi vurgulanan komutanın hatırası hakkında bir şeyler yazmak istedim.

 

Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Değerli tarih araştırmacısı, emekli binbaşı, sahaf, merhum Sami Önal’ın daha önce yayın dünyasına kazandırmış olduğu “Saadettin Paşa’nın Anıları: Van’daki Ermeni, Kürt Olayları, 1896” isimli kitabını okuyunca çok etkilenmiştim. Sami Beyin editörlüğünün yaptığı, başlıkta ismi vurgulanan komutanın hatırası hakkında bir şeyler yazmak istedim.[1]

 

Emekli Tuğgeneral Ziya Yergök’ün hatıralarını konu alan eserin ilk üç bölümünde adı geçen subayın, 83. Alay Komutanlığı’na atanmasından, esir düştüğü tarihe kadar sağlam muhakemeli bir subay gözüyle harple ilgili intibalar, Köprüköy Muharebesi’ni nasıl kazandığımız, “Sarıkamış Felâketini Doğuran Nedenler” ayrıntılarıyla anlatılır. Bu dönemi anlatan hatıra, roman ve araştırma kitaplarında karşılaştığımız Sarıkamış Trajedisinin zehirli acı hakikatlerini Merhum Ziya Bey de kaleminin gücü nispetince göstermeye çalışır.

 

Yazar, savaşta silah arkadaşlarını anlatırken Yahudi bir asker ile İstanbul Harbiye’sini bitiren, Teğmen Erzurumlu Pastırmacıyan Vahan’ın Köprüköy Muharebesi’ndeki kahramanlığından, fedakârlığından, bacağından yaralanmasından bahseder. Bu kitabı okuduktan sonra bir gazetede[2] bu kahramanımızın dönemin meşhur hainlerinden Karekin Pastırmacıyan[3] ile kardeş olduğunu öğrendim. Dolayısıyla adı Ahmet, Mehmet olanların içerisinde devletimizin köküne dinamit koyanlar olduğu gibi, Vahan Pastırmacıyan gibi kıblesi farklı olanların da Mehmetçik kavramının içerisinde değişik renkler oluşturduğunun farkına vardım. Bu ve buna benzer azımsanamayacak vakalar, hiç şüphesiz “Hain Ermeniler” gibi toptancı yargıların da isabetsizliğine işaret etmektedir.

 

YAZARIN ESARET HAYATI

 

Kitabın omurgasını yazarın Sibirya’daki esaret ile Orta Asya’daki mahpusluk hatıraları oluşturur.

 

Yazar, 2 Ocak 1915 günü 28’inci Fırka(Tümen) Sıhhiye Bölüğü ile birlikte Sarıkamış Muharebesi’nde Ruslara esir düşer. Muhtelif yollardan geçilerek Sibirya’daki bir esir kampına götürülür. Burada belli bir müddet kaldıktan sonra esir kampından birkaç arkadaşıyla kaçar. Tabi bu esir kampından kaçış çok çileli olur. Birkaç kez yakalanır, hapse atılır.

 

Ziya Bey, esir kampından kaçıp yurda dönerken Sibirya, Doğu Türkistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Hazar Denizi, Azerbaycan ve Gürcistan güzergâhını takip eder. Esir olmasıyla ülkesine dönmesi 5 buçuk yıl sürer. Geçtiği ülke ve şehirlerle ilgili ayrıntılı, ilginç gözlem ve tasvirlerde bulunur.

 

Şairin dediği gibi “Doğduğundan beri istiklâle âşık olan” bir milletin şerefli bir komutanının esarete alışması hiç de kolay olmayacaktır. Yazarın anlatımına göre esirlere yapılan muamele; esir kampına, konjonktüre, esirin tabiiyetine, kamplardaki görevli asker ve subayların inisiyatifine göre değişmektedir. Esirlere yapılan kötü muamele Osmanlı ve İttifak kuvvetlerinin esir Rus askerlerine yapılan davranışlarla paralellik arz ettiğini, rütbe farkı dolayısıyla maaş ve ikametgâhta kendilerine farklılık uygulandığını bunun dışında hiçbir jest ile karşılaşmadığını, esirlerin Rus subay ve erlerine yaptığı itirazların sonucu hakaretle başlayarak dipçik ve kırbaçla dayak yiyebildiklerini, soğukta cezalandırıldıklarını, bunun sonucu olarak birçok kader birliği yaptığı kişilerin basurunun depreştiğini, ya da ciğerlerini üşüterek öldüğünü anlatır. Almanya ve Avusturya- Macaristan’dan Kızılhaç heyetlerinin gelerek özellikle de Türk esirlere senet karşılığı borç para dağıttığını, Türklerin açgözlü olması yahut Türklere bilerek az verilmesi gibi birçok sebepten bu uygulamanın olduğunu belirtir. Bizim Kızılay’ın da kendilerine sigaradan başka yardım etmediğini, bunun küçümsenmemesi gerektiğini belirterek “yoksul ve düşkün hükümetin Kızılay Cemiyeti de yoksul olur.” (s.158) der.

 

Yazar, mevcut Alman, Avusturya esirlerinin eğitim, kültür, mesleki donanımının Türk esirlerine göre biraz daha yüksek olduğu için daha rahat ettiğini belirtir. Personelimizin kılık-kıyafetlerinin de diğer ülke esirlerine göre daha fena olduğunu, bir Rus vatandaşının sitem ederek, kızarak kendilerine insanca yardım ettiğini şöyle anlatır. “Kamışlof’ta trenden inip yürümeye başlayınca orada resmi, sivil birçok Rus erkek ve kadın, bizleri seyretmek için toplanmışlardı. Soğuk sıfırın altında 30 derecenin altında idi. Bizim askerler acınacak durumdaydılar. Eski püskü elbise ve kaputlar içinde, ayakkabıları kalik (yırtık, dilenci postalı) halini almıştı. Bunlar arasında bir askerin de ayakkabıları yoktu. Yırtık çoraplarla sıraya girmeye gidiyordu. Bu acıklı görüntüye dayanamayan bir Rus kadını lastiklerini çıkardı bu ere verdi ve bize de birçok küfürler savurdu. “Böyle perişandınız niçin muharebeye girdiniz?” gibi haklı sözler söyledi.”(s.140)

 

Eğer yanlış anlamadımsa Türk askerlerinin bir kısmının dahi esarette komutanlarına saygı duymadığını, kendileriyle birlikte esir olan Arap askerlerinin (muhtemelen Arap Taburlarını kastediyor.) burada ne gibi yaklaşımlar içerisinde olduğunu Ziya Yergök anlatmaya çalışır: “Mekke Şerifi Hüseyin’in düşman tarafına geçmesi ile başlayan Arap ihtilâli, esir Arap subaylarını canlandırdı. Bunlar Ruslara, ‘Biz de sizlerdeniz. Bizlere esir muamelesi yapmayın’ diye iddia edip dilekte bulundular. Yeni hükümet bu iddiayı dinledi ve Arapları serbest bıraktı. Bunlar şehirde serbest dolaşmakla kalmayıp kaçma teşebbüsünde bulunan Osmanlı subaylarını ihbar edip yakalatarak esirlikten esirliğe sürünmelerine, genel hapishanelere göndermelerine neden oldular. Kurtulmamız için harbi kazanmaktan başka bir ümidimiz kalmamıştır.” (s.180)

 

Yazar, esaret yaşamında Tatarların kendilerine tahmin ettiklerinden daha iyi davrandığını, birçok yardımları dokunduğunu, bu sevecen insanlar sayesinde Sibirya’dan Anadolu’ya gelebildiklerini; aksi takdirde kesinlikle Anadolu’ya gelemeyeceklerini söyler.

 

İlk defa elektrik ile aydınlanmayı Tomsk şehrinde, plajı Batum’da gördüğünü beyan eder. Krasnoyarsk’ta kışın köylülerin ineklerden sağladıkları sütü kaplara doldurup dondurduktan sonra, kaplardan çıkarıp soğuk bir yerde sakladıklarını daha sonra da bunları parçalayıp çuvalla sattıklarını ve bu sütlerin ne kadar leziz olduğundan bahseder.(s.166)

 

 

Sami hocanın önsözünde değindiği gibi genelde savaşı özelde “Sarıkamış Faciası”nı yaşamış, hatırasını yazmış, komutanların yazdıkları eserlerde savaşın öncesi, seyri, sonrası; yenilginin sebepleri vs. gibi durumlar bir asker penceresinden anlatılmaya çalışılmıştır.

 

Yazar, özellikle esaret yaşantısından dolayı birçok farklı yerleşim alanları ve toplumları gördüğünden; cephe gerisindeki insanların düğününden, giyim-kuşamına; gelenek ve göreneklerinden, yemek kültürüne birçok alanda bir toplum bilimci, bir halk bilimci gibi gözlemler yapmaya çalışır. Bu gözlemler meslektaşlarının yazdıklarıyla kıyaslanınca yazarı ve eserini farklı kılar.

 

Diğer taraftan insan kalitemizle ilgili rahmetli Ziya Paşa’nın acı tespit ve eleştirilerinin aradan geçen 80 küsur seneye rağmen devam edip etmediğinin cevabının verilmesi okuyucuya bırakılmaktadır. Osmanlı devletinin son demlerini yaşadığı, olmazsa olmaz dersler çıkarılması gereken “Sarıkamış Faciası”ndan ve bir esirin gözüyle yaşadıklarından ibretlik vakaları öğrenmek isteyenlere bu akıcı ve sade dilli eseri tavsiye edebilirim.

 

[*] Eğitimci, Eposta: [email protected]

 

 [1] Sami Önal (Yayına hazırlayan), Tuğgeneral Ziya Yergök’ün Anıları ,“Sarıkamış’tan Esarete” 1915–1920, I.Basım, Kasım 2005, İstanbul, 261 Sayfa, 15 Sayfa fotoğraf, Remzi Kitabevi, www.remzi.com.tr

 

 [2] Milliyet gazetesinin 4 Haziran 2006 günlü sayısında Yasemin Çongar’ ın makalesinde Vahan Pastırmacıyan’ın, Karekin Pastırmacıyan’ın kardeşi olduğunu anlatılır.

 

 [3] Bu şahsiyet 1896’da Osmanlı Bankası’nın işgalinin mimarlarından, Ermeni Devrimci Federasyon’unun liderlerinden, iki dönem Meclis-i Mebususan’da Erzurum mebusluğu yapan, I. Dünya Savaşı’nda Ermeni Gönüllülerini örgütleyerek Ruslarla birleşip Osmanlı Ordusuna başkaldıran, 1917’de kurulan bağımsız Ermeni Cumhuriyeti’nin Washington büyükelçiliği yapan Armen Garo lakaplı Karekin Pastırmacıyan’dır.

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.