1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. Muhalefetin direnci tuz buz olur
Muhalefetin direnci tuz buz olur

Muhalefetin direnci tuz buz olur

Mehmet Uçum: Muhalefetin direnci halk karşısında tuz buz olur...

A+A-

Mehmet Uçum: Türkiye toplumu son dokuz seçimde değişim iradesini ortaya koydu, hukuk sistemi ve siyasi krizleri oy gücünü kullanarak çözdü. Toplumsal/siyasal meşruiyet başkanlık sistemine yönelmiş durumda. Engel olmak isteyeni halk sandıkta cezalandırır.

7 Haziran genel seçimlerinin ana teması belli: Yeni anayasa ve başkanlık. Partiler arasındaki siyaset rekabet de bu konu etrafında olacak. Türkiye’yi 21. yüzyılın gereklerine göre yenilemeyi, darbe anayasası utancından kurtarmayı, idari-hukuki krizlere yol açan sistemi değiştirip halkın iradesiyle daha demokratik bir sistem kurmayı teklif edenler kazanacak, “1930 model arabayla ne güzel tıngır mıngır gidelim işte” diyenler kaybedecek.

Türkiye’nin ikinci büyük atılımını yapacağı karar anında olduğunu söyleyen AK Parti’nin Kars milletvekili adaylarından hukukçu Mehmet Uçum ile AK Parti’nin nasıl bir değişiklik teklif ettiğini konuştuk. 12 Eylül referandumu öncesinde yürütülen “Yetmez Ama Evet” kampanyasının ve TMK mağduru çocuklar için geliştirilen “Çocuklar İçin Adalet Çağırıcıları” adlı sivil inisiyatifin etkin isimlerinden olan Uçum aynı zamanda Akil İnsanlar Heyeti Doğu Anadolu bölgesi üyelerinden. Ve yeni anayasa çalışmaları kapsamında Anadolu’yu şehir şehir dolaşıp halkın taleplerini dinleyen bir isim.

7 Haziran nasıl bir seçimin tarihi? Nasıl bir yol ayrımında ya da atılımın karar anındayız?

7 Haziran 2015 Genel Seçimleri Türkiye’nin ikinci kuruluşunun başlangıç seçimleri. Ak Parti’nin Yeni Türkiye Sözleşmesi “süreklilik içinde yeniden inşa ve çoklukta birlik” ilkeleri üzerine kuruludur. Ak Parti 2002’den itibaren millet iradesine dayanarak Türkiye’de büyük bir değişim süreci başlattı. Bu değişim süreci Türkiye toplumunun demokratik iradesinin önündeki engelleri temizleme süreci olarak gelişti. 2012’den bu güne kadar gelinen yol bir anlamda kurumsal vesayetlerin geriletilmesi ve etkisizleştirilmesi süreci oldu. Türkiye toplumu 2012’den bu güne kadar yapılan dokuz seçimde değişim iradesini güçlü bir biçimde ortaya koydu.

TÜRKİYE’Yİ MİLLİ İRADE DEĞİŞTİRİYOR

Bu siyasi irade toplumsal irade ile de sürekli desteklendi?

Elbette. Bu süreçteki hukuk sistemi ve siyaset krizlerini Türkiye toplumu oy gücünü kullanarak çözdü. Başka bir anlatımla; Türkiye toplumu bütün bileşenleri ve kimlikleriyle birlikte halkın iradesini baskılamaya çalışan vesayetçi yapıları tasfiye etmek kararlığıyla hareket etti. Yani Türkiye toplumu 2002’den 2015’e kadar bir tasfiye süreci gerçekleştirdi ve yeni siyasal sistem için yol temizliği yaptı. Şimdi toplumsal ve siyasal olarak koşullara hazırlanmış yeni siyasal sistemin kuruluşu aşamasına geçmiş durumdayız. Bu nedenle 2015 seçimleriyle birlikte Türkiye toplumunun meşru iradesine dayanan siyaset üzerinde oluşacak Mecliste milletin istediği siyasal sistemin hukuku üretilecek. Dolayısıyla siyasal tarihimizde belki de ilk kez halkın iradesine dayanan anayasa ile bir demokratik hukuk reformu başlatılacak.

21. YÜZYILA HAZIRIZ, ATILIM SONRASI İÇİN

7 Haziran yeni Türkiye için karar anı diyebilir miyiz o halde?

Altını çizerek belirteyim 2002’den bu güne kadar demokrasi alanında hak ve özgürlüklere ilişkin olarak 200’ün üzerinde son derece önemli değişiklik yapıldı. Bu kapsamda anayasa değişikleri yasal düzenlemeler ve idari kararlar hayata geçirildi. Ancak tüm bu yapılanlar sistem için revizyon (yenilenme-düzeltme) özelliğindeydi. Tüm bu değişiklikler Türkiye’nin büyük reformuna hazırlık oldu. İşte bu dönem Türkiye’nin hem 20. yüzyıldan bu güne aktardığımız demokrasi eksiklerinin hukuk alanında tam olarak giderileceği, hem 20. yüzyılın yeni demokrasi ihtiyacına cevap veren siyasal sistemin kurulacağı bir dönemin başlangıcındayız. Siyasal sistem bakımından 21. yüzyılı güçlü bir biçimde geçirilecek bir Türkiye’nin inşası arifesindeyiz. Bu karar anı Türkiye’nin her alandaki atılımı için tarihsel bir önem taşıyor.

AK PARTİ YENİ ANAYASAYI YAPAR

Bu atılım ancak Meclis’te bu değişikliği yapacak-destekleyecek parti grubu/gruplarıyla mümkün. Eğer istenen olmazsa ve Meclis aritmetiği değişirse ne olur?

Öncelikle belirtelim ki Ak Partinin Mecliste büyük bir çoğunluk sağlayacağı bütün seçim araştırmalarında gözüküyor. Bu açıdan bakıldığında meclis aritmetiğinin Ak Parti aleyhine değişme ihtimali küçük. Bununla birlikte Ak Partinin güçlü bir biçimde tek başına hükümet olmasını etkilemeyecek bazı sayısal değişiklikler Mecliste olabilir fakat bu değişiklikleri Ak Parti’nin yeni anayasa stratejisini hayata geçirmek bakımından çok büyük bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Bir an için Meclis aritmetiğinin yeni anayasayı Ak Parti dışındaki partilerin engelleyeceği şekilde oluşabileceğini düşünsek bile, Mecliste ortaya çıkabilecek tıkanıklığı yine halkın iradesiyle aşarız diye düşünüyorum. Çünkü anayasa ihtiyacı sadece tepedeki siyasi aktörlerin değil bütün Türkiye toplumunun ihtiyacıdır. Türkiye toplumu bu ihtiyacının karşılanmasını engelleyecek her siyasi aktörü sandıkta cezalandırır. Buna ilişkin hiçbir şüphe duymuyorum.

AK PARTİ BEYANNAMESİ TOPLUMSAL SÖZLEŞMEMİZ

2023 toplumsal sözleşme metni olarak çıkan AK Parti seçim beyannamesi AK Parti’nin yeni anayasa nüvesi olarak nitelenebilir mi peki?

Yeni Türkiye sözleşmesi Ak Partinin Türkiye Toplumunun talepleri ve ihtiyaçlarına dayanarak geliştirdiği siyasi ve hukuki bir bildirgedir. Bir anlamda Türkiye toplumunun iradesini ortaya koyan toplumsal referans metnidir. Toplumsal meşruiyetimizin temel belgesidir. İnsan onurunu merkeze koyan bu belge yeni anayasa yaklaşımımızın ilkelerinin kaynak belgesidir. İnanıyorum ki, Türkiye toplumunun her kimliği, her değer grubu, her sosyal kesimi 2023 Yeni Türkiye sözleşmesinde kendisini görecek ve bulacaktır. Emin olun ki bu belge topluma dışardan bakan üstenci yaklaşımların ortaya koyduğu ideal bir metin değil, Türkiye toplumunun içinden yükselen toplumsal iradenin ve toplumun geleceğe yönelik tasavvurunun kristalize olmuş gerçekçi bir belgesidir. Artık bir milletin, toplumun, halkların iradesine aykırı olarak bir siyasal sistem ortaya koymak mümkün değildir. Bu tip anlayışlar eskimiş tarihin çöplüğüne atılmış gerici anlayışlardır. Özetle Türkiye toplumu Ak Partinin ortaya koyduğu yeni Türkiye sözleşmesiyle geleceğinin nasıl olması gerektiğine karar veriyor.

YENİ ANAYASANIN SAHİBİ HALK

2008’de anayasacılara hazırlattığı anayasa taslağından bu yana AK Partinin anayasa fikrinde, metninle yahut anayasa yapım metodunda bir değişiklik oldu mu?

Yeni anayasa halkın anayasasıdır. Sivil anayasa derken; Türkiye toplumunun iradesine göre ve toplumun ihtiyaçları ve talepleri dikkate alınarak yazılacak ve yürürlüğe konulacak bir anayasadan söz ediyoruz. Anayasa yapma hakkı halka aittir. Halk, asli kurucu iradedir. Siyaset kurumu anayasa yapma sürecinde sadece halkın asistanlığını yapmakla yükümlüdür. Dolayısıyla bizim anayasa yapma metodumuz halka dayanan, halkın iradesini hukuki metne dönüştüren, halk esaslı bir metottur. Elbette hukukçular bu süreçte uzman asistan olarak görev yapacak. Ama bu demek değildir ki, anayasa yapma işi hukukçulara aittir. Sonuç olarak bizim anayasa yapma yöntemimiz toplum merkezlidir. Halkla başlayıp halkla biten bir anayasa yapım yöntemidir.

HALK İRADESİNİ DEVLET ÜZERİNDE GÜÇLENDİRMEK GEREK

Ak parti parlamenter sistemi demokratik sistemin diğer yöntemlerinden biri olan başkanlıkla değiştirmeyi önerdi, başkanlık beyannameye girdi. Bir hukukçu olarak cevaplar mısınız, Türkiye başkanlık sistemine neden geçmeli?

Türkiye’de başkanlık tartışması ya teknik bir tartışma olarak, ya da Cumhurbaşkanımızın ismi üzerinden yapılıyor, bu tartışma tarzı ve içeriği külliyen yanlıştır. Türkiye’nin geldiği noktada başkanlık meselesi halkla devletin ilişkisi meselesidir. Yani milletin iradesine dayalı bir devlet anlayışı üzerinden bu konu ele alınmalı. Çünkü Türkiye’yi başkanlık sistemine iten tek sorun devletin bürokratik işleyişinin yarattığı tıkanıklıklar değildir. 2007 yılında ortaya çıkan hukuk ve siyasal sistem krizi Türkiye’nin başkanlık sistemine yönelmesinde en önemli etkendir. Hatırlayınız dünya anayasa yargısı tarihine bir hukuk katliamı olarak geçen 367 kararı halkın demokratik iradesini yok saydı. Bu kriz yine halkın iradesiyle çözüldü 2007 anayasa değişikliği referandumunda halk yüzde 70’e yaklaşan oranla “Cumhurbaşkanını ben seçeceğim” dedi. Halk bu iradesiyle bir anlamda Cumhurbaşkanlığı makamına el koydu. Ayrıca 2014 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde seçtiği Cumhurbaşkanının ülke siyasetinde etkili ve aktif olmasını istedi. Bu tarihten sonra Türkiye’de makro siyaset, ilke siyasetinin merkezi cumhurbaşkanlığı makamına kaydı. Bu verili durum toplumsal ve siyasal meşruiyetin başkanlık sistemine yöneldiğini gösteriyor. Halkın devlet üzerindeki etkisini güçlendirmek ve giderek egemen kılmak için artık Türkiye’de başkanlık sistemi zorunludur. Böyle bir toplumsal ve siyasal meşruiyet varken Türkiye başkanlık sistemi tartışmasını isim üzerinden yapmak veya sadece devletin işleyişine ilişkin teknik bir tartışmaya dönüştürmek halkın iradesine karşı olmak demektir. Türkiye toplumu buna ciddiye almaz.

RESTORASYONLA YOLA DEVAM ETMEK İMKANSIZ

Seçime giderken CHP, MHP ve HDP kati surette başkanlığa hayır diyor. Elbette son sözü sandık söyleyecek ama netleştirmek için soruyorum: Parlamenter sistemin restorasyonuyla Türkiye yola devam edebilir mi?

Sözü edilen partilerin başkanlık sistemine hayır demesi esasında halkın iradesine hayır demek sonucunu doğuruyor. Bu partiler meseleyi halkın talepleri ve ihtiyaçları üzerinden değil, isim üzerinde tartışarak aslında kendi tabanlarının ihtiyaçlarına karşı da bir tutum alıyorlar. Konu bu açıdan ele alındığında bu partilere destek veren sosyolojiler de esasında başkanlık sistemine geçişin doğal müttefikleri olarak ortaya çıkıyor. Bu partilerin seçkinci ve halka üsten bakan yaklaşımları toplumun halkın başkanlık sistemine geçiş yönündeki iradesinin gerçekleşmesine engel olamaz. Parlamenter sistemin restorasyonu yoluyla Türkiye’nin devam etmesi mümkün değildir. Bunu isteyenler Cumhurbaşkanlığının halk tarafından seçilmesi hakkını ortadan kaldırmak isteyenlerdir.  Söylemlerinde bunu açıkça ifade etmeyen bu partiler halka karşı dürüst bir tutum içinde değildir. Ayrıca, Cumhurbaşkanını halk geçsin ama cumhurbaşkanlığı makamı sembolik olsun diyenler de halkın iradesine karşı bir tutum alıyor. Türkiye toplumu cumhurbaşkanı seçerken bu makamı iyi resepsiyon versin, büyük elçi kabul etsin veya sembolik temsil yapsın diye yapmadı. Ülke siyasetinin merkezinde rol alan bir cumhurbaşkanı olsun diye yaptı. Bu nedenle Türkiye ülkesel özelliklerine ve bugüne taşıyan işlevsel geleneklerine uygun olarak bir millet başkanlığına kaçınılmaz olarak geçecek bunu kimsenin engellemeye gücü yetmeyecek diye düşünüyorum.

MUHALEFETİN DİRENCİ HALK KARŞISINDA TUZ BUZ OLUR

Muhalefetin direncine rağmen bu değişiklik nasıl mümkün olacak peki?

Başkanlık sistemine geçiş bir anayasa değişikliği veya yeni bir anayasa yapma konusudur. Anayasa değişikliğinin nasıl olabileceği mevcut anayasada yazılıdır. Bu değişikliği yapmaya yetecek bir parlamento çoğunluğu sağlandığı zaman zorunlu veya ihtiyari referandumla bu değişiklik gerçekleşir. Yeni anayasa yapma imkânı doğarsa yine parlamento yeni anayasanın yazım ve kuruluş süreciyle başkanlık sistemini getirebilir. Dolayısıyla muhalefetin direnci her durumda toplumsal, siyasal ve hukuksal meşruiyete dayalı olarak aşılabilir. Asıl meşruiyet halkın iradesinden doğar. Muhalefetin direnci halkın iradesi karşısında tuzla buz olur.

TÜRKİYE KENDİ MODELİNİ ÜRETMELİ

Başkanlık sisteminin dünyada farklı örnekleri var. Türkiye için en uygun başkanlık sistemi hangisi?

Dünyadaki modeller örneğin ABD ve Fransa modeli bu ülkelerin kendi ihtiyaçlarına göre şekillenmiş modellerdir. ABD, Başkanlık sistemi kuruluşundan bu güne kadar çok çeşitli değişimler geçirmiş ve her kriz döneminden sonra o krizi çözecek yapılarla ve kurallarla desteklenmiştir. Aynı şeyi Fransa için de söyleyebiliriz. Elbette dünyadaki demokratik başkanlık sistemi modellerinden esinlenebiliriz ancak onları birebir algılamak bir siyaset ve hukuk mühendisliği olur ve böyle bir yöntem asla meşru değildir.

YENİ SİSTEM MİLLET BAŞKANLIĞI OLMALI

Kendi modelimizi mi üretmeliyiz?

Türkiye’nin tarihinden gelen içinde bulunduğu coğrafyadan kaynaklanan 92 yıllık Cumhuriyet deneyimimizden ortaya çıkan çok sayıda yerel ve ilkesel özelliği vardır. Konuyu Türkiye’nin ihtiyacına uygun Millet başkanlığı-Halkın başkanlığı yaklaşımı üzerinden ele almamız gereklidir. Bizim önerdiğimiz başkanlık sistemi ilkesel olarak halkın devlet üzerindeki egemenliğini güvence altına alan bir sistemdir. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması ilkesini kâğıt üzerinde bırakan değil hayata geçirecek olan bir sistemdir. Bu sistemin detaylarına çalıştığımızda ülkesel konular ve yerel konular her seviyede halkın içinde olduğu karar mekanizmalarına göre biçimlendirilecektir. Bir yönüyle yerelden merkeze doğru irade akışı sağlayacak bir sistem diğer yönüyle ülkemizin bütünsel olarak çok güçlü kılan bir merkezi yapı söz konusu olmalı. Bürokrasiyi siyasi bürokrasi olmaktan çıkaran ve idari bürokrasiye çeviren bir yapı olmalı. Kamu otoriteleri hem merkezi, hem yerel olarak karar alma süreçlerinde halkın etkili olduğu bir yapı olmalı. Devlet, aygıtlarının kapalı devre işleyen bir yapı olmaktan çıkarılması esasına dayanmalı. Açıklık, şeffaflık, hesap verilebilirlik tüm devlet aygıtları için geçerliği olan işleyiş ilkeleri olmalı. Buna ilişkin temel yaklaşım yerelde güçlü ve merkezle uyumlu bir yapı merkezde güçlü ve yereli destekleyen bir yapı anlayışı üzerine kurulmalı. Türkiye’nin demokratik bütünlüğünü koruyacak güçlü bir merkez ve Türkiye’nin tüm zenginliklerinin açığa çıkabileceği etkili yerinde yönetimlerle bir siyasal sistemin kurulması temel felsefe olarak dikkate alınmalı.

BAŞKINI DA PARLAMENTOYU DA HALK SEÇER

Başkanlık sisteminde başkan ile parlamento arasındaki ilişki ve görev dağılımı nasıl olacak? Başkanlıkta denge ve denetleme nasıl mümkün olacak? Bütçenin kontrolü kimde olacak?

Başkanlık sisteminin en önemli özelliği; hem başkanın, hem de parlamentonun halk tarafından seçilmesidir. Halk seçimler ve denetleme yoluyla devlet üzerinde ne kadar etkili olursa milli egemenlikte o kadar hayata geçer. Başkan ve parlamento arasında rol ve görev paylaşımı yürütme ve yasama fonksiyonlarına göre belirlenir. Ancak yasama parlamenter sistemde olduğu gibi sadece iktidar partisinin çoğunluğuna dayalı olarak kontrol altında tuttuğu bir yer olmaktan çıkar. Başkanın yürütmeye halk tarafında seçilmiş olması halka hesap verme konusunda güçlü bir siyasi sorumluluk ortaya koyar. Başkanın yardımcılarına ve bakanların parlamentoya onaylatmak zorunda olması halkın parlamento üzerinden de yetki kullanmasını sağlar. Parlamento yine halka hesap vermek açısından siyasi sorumluluk altında bulunduğu için yasama ve denetim görevlerinde halkın taleplerini ve ihtiyaçlarını gözetmek zorunda kalır. Dolayısıyla halk hem yasamayı, hem yürütmeyi doğrudan belirleme yetkisine sahip olduğu için egemenlik kullanımında çok daha aktif hale gelir. Öte yandan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sadece işlevsel olacaktır. Yani yargısal süreçlerde yetkili ve görevli olanlar yargı pratiklerinde işlerini yaparken bağımsız ve tarafsız olacaktır. Ancak yargının idaresi ve buna ilişkin kurullar yine halk tarafından belirlenen parlamento ve başkan tarafından atama ve seçme yöntemiyle oluşturulacağından halk yargının idaresinde de etkili hale gelir.

Başkanın veya parlamentonun birbirlerini boşa düşürme ihtimali var mı, birbirlerine karşı kullanabilecekleri böyle bir yetkiye sahip olacaklar mı?

Elbette Başkanlık sisteminde Parlamentonun belli koşullarda başkanlık seçimini yenileme veya başkanın belli koşullarda parlamento seçimlerini yenileme gibi yetkileri de olabilir ancak hangi organ yetkisini kullanırsa eşzamanlı seçim ilkesine göre hareket edilmesi uygun olandır. Yani, her hangi bir organ diğer organın seçiminin yenilenmesine karar verirse kendisinde aynı zamanda yenilenmesine karar verecektir. Bu sistemde halk iradesini olağanüstü dönemlerde yine devrede olmasını ve sorun çözücü olarak asli iradenin halk olduğunu gösterir.

Başkanlık sisteminde cumhurbaşkanlığına düzenleyici işlem yetkisi verilebilir. Ancak bu durumda da düzenleyici işlemin anayasal denetimini yapacak kurum açısından başkanın atama yetkisi olmayabilir veya sınırlı atama yetkileri kullanılabilir.

Bütçe başkan tarafından parlamentoya önerilir, parlamentonun kabulü ile yürütmenin kullanımına verilir. Elbette bu konuda da hem denk bütçe, hem açık bütçe, hem de sonuçlarının denetlenebildiği bütçe sistemi bakımından farklı ve karma modellerde tartışılabilir. Parlamento ile başkan arasında sistem krizi çıkarabilecek tıkanıklıklar yaşanmaması için rol çekişmelerinden kaynaklı durumlara karşı esnek kurallar üzerinde de çalışılması gerekiyor.

VEKİLLER MİLLETVEKİLİ OLACAK

Milletvekili seçim sisteminde, temsilin mahiyetinde bir değişiklik olur mu peki?

Başkanlık sistemine geçişte milletvekilliği seçiminde sistem değişikliği olması söz konusudur. Bu anlamda daha önce önerdiğimiz barajsız dar bölge veya düşük barajlı dağıtılmış bölge sistemlerini tartışabiliriz. Burada önemli olan nokta başkanlık sisteminde milletvekillerinin mensup oldukları parti merkezilerine bağımlılıklarını ortadan kaldırmaktır. Milletin vekilleriyle millet arasında doğrudan etkileşime dayalı bir sistem kurmak gerekiyor. Bu bağlamda geri çağırma hakkını da gündeme alabiliriz. Buna göre bir bölgeden seçilmiş milletvekili belli bir süre sonra yetersiz görülürse belli bir oy oranıyla geri çağırılabilir ve o bölge için yeniden seçim yapılabilir. Tabi bütün bunlar çok sayıda detayı vardır önemli olan ilkesel yaklaşımlarda mutabakat sağlamaktır.

DİKTATÖRLÜK DİYENLER HALK İRADESİNDEN KAÇIYOR

Başkanlık sistemi tartışılırken ısrar “diktatörleşmeye gider, tek adam sistemi bu” denilerek eleştirildi. Böyle olup olmayacağına dair ne söylenebilir?

Türkiye’de tek adam yönetimi ve diktatörlüğe Türkiye toplumu izin vermez. Çünkü toplumumuz sözü edilen bu halk karşıtı yönetim modellerini tecrübe etmiştir. 13 bin yıllık Anadolu geleneği, padişahlık ve imparatorluk geleneği, Cumhuriyet tecrübemiz Türkiye toplumunu son derecede güçlü bir biçimde demokrasiyi sahiplenen bir bilince ulaştırmıştır. Başkanlık sistemiyle tek adam yönetim yönetime geçecektir korkusunu yaymaya çalışanlar aslında bu toplumun demokratik millet iradesini bilmeyenler, görmeyenler veya bunu göz ardı edenlerdir. Bunlar halkı küçümseyen bir politikanın temsilcisidirler. Bunlar halka güvenmeyen bir siyasetin eşiğindeler. Türkiye toplumu bunları iyi tanıyor ve bu tip söylemlere pabuç bırakmaz.

AK PARTİ BİR HALK HAREKETİ VE TÜRKİYE’Yİ GELECEĞE TAŞIYACAK

AK Parti Kars milletvekili adayısınız, hukukçusunuz, Akil İnsanlar Heyetin’deydiniz, Yeni Anayasa yapımıyla ilgili aktiftiniz. Yani aslında pek çok konuda meselelerin çözümü konusunda sivil alanda siyaset yapıyordunuz. Siyaseti AK Parti çatısı altında yapmak neden icap etti? Nasıl bir anlam önem atfediyorsunuz?

Özel olarak parti siyaseti yapmak gibi bir tercihim ve yönelimim yoktu. Ancak kuruluşundan beri Ak Parti’nin demokrasi ve değişim mücadelesini karınca kararınca destekleyen bir pozisyonda yer almaya çalıştım. Benim için Türkiye toplumuna layık bir siyasal sisteme kavuşma, tüm dünyaya esin kaynağı olabilecek bir demokrasiye ulaşmak, bu toplumun bileşenlerini oluşturan her kesimin özgürce yaşadığı bir siyasal toplum olmak kendimi idrak ettiğimden beri en büyük rüyamdır. Bu nedenle nerdeyse çocuk denilecek yaştan itibaren siyaseti iyi biliyorum. Zaman içerinde çok farklı zeminlerde ve biçimlerde aktif siyasetin içinde yer aldım. Dolayısıyla aslında kendimi bildim bileli siyasetin içindeyim özellikle son 10 yılda Ak Parti süreciyle daha fazla yakınlaştım. Çünkü AK Parti’yi sadece bir parti olarak değil, demokratik bir halk hareketi olarak görüyorum. Ak Partiyi bir demokrasi koalisyonu olarak kabul ediyorum. Ak Parti bana göre Türkiye’nin ikinci kuruluşunu gerçekleştirmekte olan bir partidir. Nasıl ki Cumhuriyetimizin kuruluşunda Atatürk’ün önderliğinde CHP birinci kuruluşu gerçekleştirmişse Ak Parti de Kurucu Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde, Genel Başkanımız Ahmet Davutoğlu önderliğinde ikinci kuruluş sürecini yürütmektedir.

Nasıl ki CHP birinci kuruluştan sonra Cumhuriyetimizin sonraki dönem siyasal yelpazesini oluşturan kaynak parti olduysa Ak Partimizde ikinci kuruluştan sonra demokratik Cumhuriyetimizin siyasal yelpazesinin içinden doğduğu kaynak parti olacaktır.

Sahip olduğumuz en önemli kazanımlarımızdan biri olan cumhuriyetimizi kalıcı olarak demokratik Cumhuriyete dönüştürmek yolunda Ak Parti içerisinde göreve çağrılmaktan büyük bir onur duyuyorum. Bunu bir toplum borcu ve vicdani borç olarak görüyorum. Tek kaygım bu borcu yerine getirirken bu topluma karşı eksik kalmaktır. Eminim ki bu eksikliğimi de Kars’ımızın yani yurdumun son derece zengin olan kültürel ve kimliksel çeşitliliğini tarihsel birikimini ortaya koyacağı sahiplenme giderecektir.(Kaynak: Star Gazetesi - Fadime Özkan)

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.